Borussia Dortmund sadece Almanya değil Dünya futbolunda izi olan bir takım.

En başarılı kulüpler sıralamasında yerini almış, uluslararası turnuvalarda pek çok başarı kazanmış ve taraftarıyla da adından sık sık söz ettiren bir takım.

Peki, yakın geçmişte iflasın eşiğine gelmiş olan, tek bir gelir kaynağı kalmayan ve sonu geldi denilen Dortmund’un kurtuluş hikâyesini biliyor musunuz?

Bilmiyorsanız buyrun kısaca anlatalım.

Dortmund’un çöküşü gariptir ama 1997’de Şampiyonlar Ligi Kupasını alınca başlıyor.

Bu beklenmedik başarı Alman ekibini gaza getiriyor. Hem Dortmund yönetimi hem taraftarlarının ayakları yerden kesiliyor.

Hedef büyütülüyor ve düğmeye basılıyor.

Daha önce görülmemiş bedelli transferler yapılıyor. Oyunculara ödenen maaş ve primler kontrolsüz bir şekilde artış gösteriyor. İş o kadar çığırından çıkıyor ki Dortmund bir an da Avrupa’da en fazla maaş ödeyen kulüp haline geliyor.

Ertesi yıl yine Şampiyonlar Ligini kazanırız umuduyla 31 milyon dolara takıma hiç katkı veremeyecek olan Amorosso bile transfer ediliyor.

Ve bırakın kupayı yeniden kaldırmayı beklentilerden önce kupadan elenen Dortmund sezonu yaklaşık 65 milyon dolar gelir kaybıyla kapatıyor.

Atın ölümü arpadan ölsün diyen Dortmund yönetimi mali disiplinden hızlıca uzaklaşmaya devam ediyor. Dortmund hisseleri plansız bir şekilde borsaya açılıyor. Nasıl ödeneceğini planlanmadan yapılan transferler devam ediyor.

Başka çare kalmayınca Dortmund elindeki yıldız futbolcuları satarak bir parça nefes almaya çalışıyor ama nafile…

Şampiyonlar ligine katılamayan, ligde alt sıralara gerileyen Dortmund için bizdeki deyim ile kayyum sesleri başlıyor.

Aslında bir nevi özel kayyum atanıyor Dortmund’a…

Ortaklık yapısı, yönetim, futbol felsefesinde zorunlu bir köklü değişim yaşanıyor.

Önce var olan borçlar 10 yıla varan vadelerle yapılandırılıyor. Sonra 80 milyon Euro kredi çekiliyor.

Ve burası çok önemli, bu kredi ile transfer değil stadyumun yüzde 51’i satın alınıyor.

Çünkü yaklaşık 75 bin seyirci ortalaması ile Avrupa’nın maç hasılatı en iyi kulüplerinden biri olan Dortmund bu gelirlerini geri alarak yapılandırdığı borçlar için kaynak yaratıyor.

Oyuncu maliyetlerini ortadan kaldırmak ve ileri vadede kazanmak için sportif başarıdan ödün veriliyor ve tamamen altyapıya emek veriliyor.

Takımın başına hem futbolcu hem taraftarla iletişimi yüksek olan Kloop getiriliyor. Takım yaş ortalaması 23’lere düşüyor. Bilet fiyatları düşürülerek tribüne daha çok seyirci çekiliyor.

Dengeli ve cüzi maaş politikasından kesinlikle taviz verilmiyor. Altyapısından çıkan ve üstüne titreyerek parlattığı yıldızları diğer Avrupa kulüplerine yüksek rakamlarla satarak ciddi karlar elde etmeye başlıyor.

Felsefesinden ödün vermeyerek hem Bundesliga hem de Şampiyonlar Ligi Kupasına uzanarak cehennemden cennete dikey geçiş yapıyor.

Kıssada hisseye lüzum yok sanırım.

Hikâyemizin başlangıcı çok farklı değil Dortmund ile ama yöntemimiz çok çok farklı…

Bizi kurtaracak iki şey var.

Birincisi altyapı ve yatırım, ikincisi ise sabır ve istikrar

Bir süre çile çekmeyi göze almadan, mevcut futbolcularımıza daha başlamayan sezon öncesinde güvenmekten korkarak transfer talep eden ve borcu bitirmek yerine sürekli artırmak ve ötelemekten alacağımız tek karşılık iflas olur.

Bırakın artık şehrin ileri geri gidenlerinden medet ummayı, burnumuz düşse eğilip almaktan erinen tavrımızı.

Çıkacağız, dövüşeceğiz gerekirse düşeceğiz, gerekirse sırtımızdan vurulacağız ama kısa ama uzun bir yolda yürümeyi göze alacağız.

Başka bir yol, başka bir çare, başka bir dünya yok.

İşe kabullenerek başlarsak devamı gelecektir.

Yok bahaneler, yok bizde durum farklı söylemleri ile veyahut her kelime arasına koyduğumuz ama, fakat, lakin şartları ile varacağımız tek yer kapalı bir sokak olacaktır.