Özgürlükleri, mahkum olduklarından daha tutsaktır, bir başkasına, başkalarına. Yanlış anlaşılmaya müsaittir pek çoğu. Yanlış ağızlardan döküldükleri bir yana, yanlış kulaklarla temas etme olasılıkları da bir hayli yüksek. Ağızdan çıkan her kelime kendisini atmıştır o uçsuz bucaksız uçurumdan aşağı. Yere çakılıp paramparça olması da muhtemel, kendisini serpiştirip geliştireceği yanına yeni sıfatlar bulması da. Zaman içinde başkalaşıp, bambaşka bir kılığa bürünen kelimeler… Mekanlar değiştikçe, zaman ilerledikçe ve kifayet etmediği zaman kelimeler; imdada yetişiyor “çok”. Özlemişsindir dün mesele, bugün çok özlemişsindir. İlk ne zaman kullanıldı bilmiyorum. Bir şeyi ya da birini özlemek ilk kimin aklına geldi? Hangi beyin çeperlerine vurdu da yıktı geçti bendini? İlk kim veya ne için sarf edildi özlemek? İlk kim birini özledi? Hangi kulağa çarptı da anlamını buluverdi? Uçurumdan akarken özlem, ilk defa belki dünyada ki tüm insanların ayaklarının dibine düşüyor, bu denli canlı, bu denli nefes nefese. Başlı başına uçsuz bir kelime, hudutlarına insanları sığdıramaz vaziyette. Artık dar geliyor nitekim ve çok özlüyoruz. Aruoba’dan mülhem “Özlediğin, gidip göremediğindir; ama, gidip görmek istediğin” post truth falan hikaye gelse de, post craving devrindeyiz. “To miss or to miss more”dır mesele artık bir yerde. Umut olmaktan çoktan vazgeçmiş yollara inat, “özledik hem de çok özledik” ezberledik nitekim yaş ve zaman aralıklarında kimlerin sokaklara çıkabileceğini.

Çifteler’de subaşında pikniğin maliyeti bir hayli yükseldi. Sivrihisar’a gidip şöyle biraz turlamak... Yazılıkaya’nın hemen dibindeki mekan açık mıdır acaba? Bir başka şehirdeki arkadaşlara ansızın yapılacak bir ziyaret… Yeni yerleri keşfetme arzusu. Yeni çehrelerdeki endişeyi, umudu, korkuyu, sevinci görmek… Eski dostlar eski günler üzerine uzun uzadıya bir sohbet. Ağzını açarak aval aval düşünmek... Özlemekten ölüyoruz, kavuşursak da ölme ihtimalimiz bir hayli yüksek.

Pandeminin gölgesinde eriyoruz. Vedalar ani. Bir şeyi özlemek hiç bu kadar cesaret işi gelmemişti. Aklımızın bir kenarında sorgusuz sualsiz hasrete itaat etmek var, bir yanı kavuşmanın vahameti ile yanıp kavruluyor. Televizyon ekranlarında rakamlar… Ansız apansız vedalaşmalar rakamlar marifetiyle sergileniyor. Aynı ekranlarda bir başka hayatı anlatan diziler özlenecek bir şey yok dedirtiyor. Atıştırmalık tartışma programlarında hiçbir hasret giderilemiyor. Sabahtan akşama bilgisayar ekranındaki gözler. Cep telefonlarında görüntülü sohbetler uzun uzadıya. Simsiyah bir hasretle kahverengi bir hayata gömülmüş bizler. Hiç çıkılmayacak saatte çıkılası sokaklar pencerelere taş atıp kaçıyor. Çocuklaşıyor geceler. Özlemek hakkını veriyor anlayacağınız. Anlıyoruz nedir, ne demektir özlemek. Ayak parmaklarından saç uçlarına değin sarıp sarmalıyor vücudu. Birazdan mahcup bir ışık süzmesi girecek odaya. Öyle ki; ona sabah dememizden utanır vaziyette. İçinden geçip gittiğimiz bizim olmaktan daha çok bizden alıp götüren bir musibet yıl geride kalırken, hatim ettiriyor özlemeyi. Şimdiye kadar özlenen veya özlediğimiz ne varsa bir kez daha temize çekiyoruz. Korona öncesi bir diyar-ı harika değildi memleket, kendince kederince vardı elbet dertleri. Bu hali pür melal tecrübeyle sabit ki, o dertleri bile özlüyoruz. Bizlerle samimiyeti arttırmak için yıllardır uğraş veren yalnızlığın bu denli sosyalleşmesi özlemi törpülüyor. Bir güzel bitkidir ki özlemek kırda bayırda durduğu gibi durmuyor evde ve odada…

TDK’ya göre özlemek kelimesi 3 anlam içeriyor.

özlemek

(-i) Bir kimseyi veya bir şeyi görmeyi, kavuşmayı istemek, göreceği gelmek: “

özlemek

Ezip karıştırmak.

özlemek

Smilax lilliacee saparna, zambakgillerden tırmanıcı bir bitki.