Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nezih Orhon, Eskişehir.Net canlı yayınında Genel Yayın Yönetmenimiz Cihan Yıldırım’ın konuğu oldu.

Prof. Dr. Orhon’un konuşmasının satır başları şöyle:
Öncelikle böyle bir konuşmaya İngilizce bir ifadeyle başlamak istemem ama buna literatürde İngilizcede Teknolojik Determinizm diyorlar. Yani teknolojinin belirlediği çerçevede ilerlemeyi seven bir grup düşünen insan var. Bunların bazıları gazeteciler, medya çalışanları… Bir de bu teknolojinin belirlediği dünyadan keyif alan bir kitle var. Elimizdeki cep telefonların ulaşılabilirliği ne kadar ucuzlarsa bunun üzerinden daha pratik benim istediğim zaman senin istediğin zaman değil… Eskiden nasıldı? Haberci, ajans akşam saat 8’de ajans var dediğinde bütün aile yemeğini bitirir ve ajansın önüne oturmaya çalışırdı. Hakim olan kimdi? İçeriği sunandı. Benim istediğim mecradan, benim istediğim zaman haberi aldın aldın yoksa yarına kadar kaçırdın. Ama şimdi çok noktadan çok kişiye çok boyutlu ve tek yönlü değil. Yani Cihan bir habercilik yapıyor ama senin yaptığına karşı beni etkinleştiren bir teknoloji var artık. Ve beni de haberciliğe zorluyor. Haberci artık içeriği ortaya koyuyor ve katkı bekliyor. Oradan biri ‘bende de şöyle bir görüntü var’ diyor. Haber boyutlandı. Artık haberi yapan sadece haberci değil. Haberci süreci başlatan, enerjilendiren, modere eden kişi. Ve bazıları yaptığı yorumla haberi dönüştürmeye çalışıyor. Doğalı da bu…

BENİ KAÇ KİŞİ BEĞENDİ?
Herkesin beklediği temel bir şey var. Beni kaç kişi beğendi? Elbette bu sayılar çok önemli. Beni kaç kişi okudu? Bunun yanına şunu eklemeliyiz. Ürettiğim içeriği bir kişi bile beğenmiş olsa habercilerin ya da içerikte olanların ‘neden birisi benim bu içeriğimi beğenmeye karar verdi’ diye sorması gerekir. Bu neden sorusunun yanıtını bulursak o zaman beğenilerin sayısını artırabiliriz. Neden sorusu iletişimin en kritik sorusu…

BANA BAK, BENİ TÜKET
Sorun habercilikte değil sorun haberi tüketen kitlede. İlgileri çok parçalandı, parçalanmış bir tüketici var. İlgisini çekmek için her yönden saldıran içerikler var. Televizyon, Twitter, Facebook… Sürekli ‘bana bak, beni tüket’ diyor. Onun için önceden gazete okumak için iki saati varken böyle bir şey yok artık. Dört dakikan var. Bu bir parçalanmışlık… Fırsat araştırma dosyalarında yatıyor. Benim bilmediğim neyi sunabilirsin?

INSTAGRAM, FACEBOOK, TWITTER…
Her platformun kullanıcılar açısından nereye büküldüğünü fark etmemiz gerekiyor. Instagram’da insanlar olmak istedikleri şöhrete oynuyorlar. Twitter, politik olarak protest hayatını ortaya koyuyor. Facebook’ta dramını paylaşıyor. Instagram’da yeni yeni politik paylaşımlar görüyoruz. Ama Instagram’da ana ağırlık Cihan olmak istediği yıldızı oynuyor. Orası bizim lansmanımız. Bir platformu açık tuttuğumuz zaman içerik sunmak zorunda değiliz. Dinlemek de çok önemli. Polis-Adliye muhabirleri polis telsizi dinler… Bu platformlarda dinleme yeni olabilir. Kitle nelerin peşinde? Ne konuşuyorlar, nerede sessizlikler var. Arada konuşmayı bırakıp dinlemekte çok önemli.

YEREL MEDYA KAZANACAK
Yerel medya özgünleştiği sürece kazanacak. Ben AÜ’de garanti maaşı olan birisi olmasam ve sizin alanınızda çalışsam… Ben çok büyük bir boşluk görüyorum. Ulusal haber vermek yerelin işi değil. Eskişehir’in en büyük 20 mahallesini ele alalım. O mahallelerden birinde yaşayan biri olarak bana üç beş haber veriyor mu? Amerika’dan yerel medya örnekleri verilir. Hava durumu… Eskişehir tarımla ilgili önemli bir şehir. ABD’de yerel haberciliği en önemli unsurların biri hava durumudur. Facebook’taki Eskişehir trafik platformlarına girin… Ben hepsine üyeyim. Herkes birbirine yol bilgisi soruyor. İstanbul’daki en başarılı yerel radyo hangisi, Trafik Radyo… Gültepe’de oturan biri olarak bana mahallemle ilgili günde iki-üç haber verirsen benim Hürriyet’i, Sözcüýü okumama gerek yok. Onların takip etmesem de bana geliyor. Ben kendi mikrokosmosumu çok merak ediyorum. Bu alan hala çok boş. Merek yoksa bilim yok, merak yoksa gazetecilik yok.

GAZETECİ PROBLEMİ DE TARİF ETMELİ
Basın bugün bizim bildiğimiz klasik anlamın ötesinde bir savunuculuk faaliyetine döndü ve dönmeli de. Çevrenin savunucusu olarak hareket etmeli, insan haklarının sürdürülebilmesi için hareket etmeli, adil yaşam, beraber paylaşım, eşitlikler, özgürlükler… Bunun için kendi mesleğini tarif etmeli yeniden.  Gazeteci eskiden ele aldığı konuları düşünüyordu ama artık düşünmeyi düşünmeli. Gazeteciler neyin yanıtını arıyor? Hep çözümler arıyor, bir takım sorunlar var bunu kim yaptı? Hayır! Gazeteci aynı zamanda problemi de tarif etmeli. Problem üretmeli. Gazeteci hep bir şeyin yanıtını bulmak zorunda değil. Bu çok ağır bir yük. Bazen problem tasarlayan kişi de olmalı.

İNTERNET TEMEL BİR İNSAN HAKKI
İnternet artık temel bir insan hakkı… İnternet, artık dünyada temel insan hakkı olarak kabul ediliyor. Reuters’ın üç dört yıl önce yaptığı bir araştırma var. İnternet sizin için nedir, insan hakkıdır mı diye soruyorlar. Türkiye, yüzde 98 gibi bir oranla interneti insan hakkı olarak gören ülkelerden biri. Aynı araştırmada ‘fikirlerinizi açıkça paylaşır mısınız’ diye sorulunca oran yüzde 46’ya düşüyor. Neden? Ne oluyor da kitlenin yarısı ‘hoppaa’ diyor.

GAZETECİLER AMİGOLUĞA SOYUNMAYA BAŞLADI
Maalesef gazeteciler bilerek ya da bilmeyerek, kontrollü ya da kontrolsüz futbol takımı amigoluğuna soyunmaya başladığını düşünüyordum. Bu kadar keskin amigoluk yapmıyordu gazeteciler. Üniversite hocaları da bunu yapmıyordu. Artık bundan pirim elde edeceğimizi mi düşürüyoruz acaba? Bir dünya görüşüne sahip olmak ayrı bir şey. Buna herkesin saygı duyması gerekir ama bunun için taraftarlık, bayrak sallama… Objektifliğe inanan birisi değilim ama objektif olma çabasında olmak çok değerli bir şey. Bu teknolojiler nereye bükülürse bükülsün bir gazetecinin en önemli özelliği sorumluluğu ve etiği… Bunun cihazla alakası yok. Robotların bir sorumluluğu yok. Ama insanların, gazetecilerin var.

SIĞINMANIN DA BEDELİ VAR!
Nezih Hoca, Yıldırım’ın “Bir mahalleniz yoksa gazetecilik zor” demesi üzerine “Ama bir yere sığınmanın da bedeli var. Çünkü gemiyi bağladığında elektrik, su ve liman parası istiyorlar” dedi.

HİSSETMESİNE NASIL YARDIMCI OLABİLİRİM?
Gazeteci klasik anlamda yaptığı işlerle sahip olduğu teknolojiyle hep şuna hizmet ediyordu.  Bireylerin, kitlelerin bilmesine yardımcı olmaya çalışıyordu. Bunda bir sorun yok. Ama bugün bu teknolojilerle beraber düşünmesi gereken şey şu; ben bilmenin yanına yerine değil yanına hissetmesine nasıl yardımcı olabilirim kitlenin? Başka duyularını nasıl harekete geçirebilirim? Görüntü o nedenle anlamlı hale geliyor.

DÖRT DAKİKA, 18 SANİYELİK DİZİLER…
Amerika’da TV kuruluşları şunları deniyor artık. Türkiye’ye uyarlayarak vereyim. En yüksek hareketliliğin olduğu toplu taşıma neresi? Osmanbey-Taksim arası… Günde üç milyon 300 bin kişi bu hatta hareket ediyor.  Süresi ne kadar bu hattın? Dört dakika, 18 saniye… Artık “dört dakika 18 saniyelik diziler yapın’ deniyor. Metroda herkesin başı eğik, cep telefonunda, kulaklıklar… Ben o süreye talibim diyor. Fırsat alanları bunlar. Ama hala içerik hala kral, kraliçe… Tuttuğun telefonun içeriği yoksa boş kutu. Düzenli içerik üretmek… Ben senden günde beş tweet alacaksam yedi atana giderim.

TEKNOLOJİYE GÖRE BÖLÜM/PROGRAM ÜRETİLMEZ
Teknolojiye göre bölüm/program üretilmez. O zaman meslek yüksekokulu oluruz. Daha tematik, sürdürülebilir programlardan bahsedelim. New York Üniversitesi’nde uzun süredir Şehir Haberciliği Bölümü var. Manhattan’daki yedi mahallede habercilik nasıl yapılır? Afrikalılar 10 yıl önce Fransa’da banliyöleri yakıp yıktılar. Belediye ve gazetecilik okulu hemen mahalle haberciliği başlattı.

70 MEZUNDAN 7’Sİ…
Mezunlarımızın çoğu alan dışında çalışıyor. Medya büyümedi, daraldı. Bileğimi keserim ama gazetecilik yaparım diyenlerin sayısı her geçen gün azaldı. 70 kişilik sınıfta yedi kişi alanda işi bulup mesleğini yaparsa ‘bu sene kurtardığımız bir rekolte oldu” diyoruz. Dokuz kişi varsa süper bir rekolte yılı diyoruz. Üniversiteden mezun olun gençler nereye iş başvurusunda bulunuyor. Polis oluyor, THY’ye başvuruyor, bankalara başvuruyorlar… Neden buraları tercih etmek zorunda kalıyorlar.  Şu anda en büyük işveren devlet. Yorulmak istemiyor gençler, çalışmadan para kazanılabileceğini düşünen de bir anlayış doğmuş durumda.