Hamamyolu’ndan geçen Akar Deresi… Göçmenler, Deliklitaş bostanları… Fabrikalar… Ve daha fazlası… Eskişehir’in hocası Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, çocukluk ve gençlik yıllarındaki eski şehri anlattı…

BAYAT PAZARI’NDA BÜYÜDÜM

8 Kasım 1937’de Eskişehir’de dünyaya gelmişim. Çocukluk, gençlik ve sonraki yıllarım hep Eskişehir’de geçtim. Gariptir ama üç yaşından itibaren hafızamın bir film şeridi gibi Eskişehir’i hıfzettiğini düşünüyorum. Bayat Pazarı’nda hemen Ferahiye Caddesi’nde doğup orada büyüdüm. Bayat Pazarı denmesinin nedeni de aslında göçmenler o bölgeye yerleştikten sonra Taşbaşı diye anılan şimdiki belediyenin de olduğu bölge manifaturacılar çarşısının olduğu bölge Eskişehir’in çarşısını oluşturuyordu. Genellikle bayat ekmekler ve solmaya, vakti geçmeye yüz tutmuş tazeliği kaybolmuş sebze ve meyveler orada satıldığı için Bayat Pazarı derlerdi. Şehrin ekonomik yapısını göstermesi bakamından Bayat Pazarı ismini önemsiyorum. Genellikle göçmenler yoksul insanlardı. Osmanlı İmparatorluğu topraklarını kaybettikten sonra Balkanlar’dan, Kafkasya’dan, Kırım’dan göç edenlerin yerleştirildiği bir bölgeydi.

HALKEVİ BENİM HAYATIMI ÇOK DOLDURMUŞTUR

Eskişehir, benim çocukluk ve gençlik yıllarımda Cumhuriyet’in ilk yatırımlarının yapıldığı ve cumhuriyetçiliğin doya doya yaşandığı bir şehirdi. Eski bir şehirdi. Köprübaşı Eskişehir’in merkeziydi ve Köprübaşı’nda bugün İş Bankası’nın bulunduğu yerde Muttalıp Caddesi’nin başına kadar çok güzel bir yapı vardı. Cumhuriyet mimarisinin en güzel yapılarındandı, Eskişehir Halkevi’ydi. Okuduğum ilkokul ve Halkevi birbirine çok yakın olduğu için öğretmenimiz cumartesi günleri öğleden sonra okul olmamasına rağmen bizi toplar Halkevi’ne götürürdü. Sergiler varsa sergileri gezerdik, tiyatro varsa tiyatro izlerdik, gölge oyunları Hacivat-karagöz oyunları vardı, onları izlerdik. Konserler dinlerdik. Halkevi benim hayatımı çok doldurmuştur. Oradaki kültür ve sanat faaliyetleri halkevleri biliyorsunuz kent soyluları yetiştirmek için yani entelektüelleri yetiştirmek için kurulmuş örgütlerdi. Oradan çok büyük feyz aldık. Benim o tarihlerde hatırımda kaldığına göre şimdi ünlü sanayicilerimizden olan ve Eskişehir’de doğmuş, çocukluğu Eskişehir’de geçmiş İnan Kıraç Beyefendi’nin babası Eskişehir’de Atatürk tarafından yönlendirilerek kuru ziraatı çiftçilere öğretmek üzere bir enstitü kurup başına getirdiği kişiydi. Rahmetli Numan Kıraç, aynı zamanda Halkevi’nin de başkanlığını yapıyordu. Halkevi’nin dergileri vardı. Şiir, edebiyat, hikaye gibi edebi çalışmalar orada yayınlanırdı. Şimdi onların bir kısmını belediye olarak müzayedelerden temin ederek toplamaya çalışıyoruz.

KUMSALDI, BAYA PLAJ GİBİYDİ

Eskişehir’in kültür hayatında çok önemli yeri olan bir yerdi. Şehrin bütün kültürel ve sosyal aktiviteleri o güzel yapıda yapılırdı. Ve genellikle onun önünde spor yarışmaları yapılırdı. Halkevi’nin arkasından Porsuk geçer bildiğiniz gibi şimdiki İş Bankası’nın arkasından… Ben benim kuşağımdakilerin büyük bölümü yüzmeyi Porsuk’ta öğrenmiştir. Şimdi Kanlıkavak denilen yer, yeni bir bölümü Vişnelik Mahallesi’nde bulunan kısmı Porsuk’un kumsaldı baya plaj gibiydi. İki tarafında söğütler sarkardı Porsuk’a doğru… Şiirlere konu olmuştur. Hiç unutmuyorum… Şair Yahya Benekay’ın güzel bir şiiri vardı. ‘Nazlı Porsuk akar doğan güneşe doğru, salkım salkım söğütler sarkar Porsuk’a doğru’ diye dizileri olan güzel bir şiirdi. Yine Porsuk sandalların kiraya verildiği bir mekândı. İnsanlar sandallara binerlerdi, sandallar bi boydan bi boya Salhane Köprüsü dediğimiz Eski Otogar’ın olduğu yerden TÜLOMSAŞ’ın olduğu yer arasında herkes sandallarla gezi yapardı.

KIR KAHVELERİ, YAZLIK AÇIK SİNEMALAR

Porsuk’un iki tarafı çok geniş şekilde kır bahçeleri halindeydi. Yani Şimdiki Kızılcıklı Mahmut Pehlivan Caddesi iki tarafı bağlık bahçelik olan bir yerdi. Onun karşı sahili ise kır kahvelerinin olduğu yazlık açık sinemaların bulunduğu yerlerdi. Ve Eskişehir halkının o kır kahvelerinde vakit geçirdiği, sinemalarında film seyrettiği bir şehirdi. Şehirde dört beş sinema vardı. Ünlü sinemalardı bunlar… Bunlardan iki tanesi eski dönemlerden kalma kiliselerde faaliyet gösteriyorlardı. Birisi Asri Sinema idi. Asri Sinema şimdiki Orduevi’nin arkasında bulunan ve halen tepebaşı Belediyemizin kültür merkezi olarak kullandığı akustiği çok güzel bir salondu. Bir diğeri ise İki Eylül Caddesi üzerinde Süleyman Çakır Kız Lisesi’nin hemen arkasında şimdi devasa apartmanların yer aldığı kısımdaydı… Yurt Sineması olarak isimlendirilirdi. Ethem Sineması vardı, Bayat Pazarı’nda Sizin Sinema vardı, Sakarya Caddesi üzerinde küçük bir sinemaydı ama güzel bir sinemaydı. Sessiz filmleri orada perdenin altında konmuş bir konsol piyanoda piyanistin çaldığı piyanoyla seslendirdikleri dönemdir o dönemler…

OTOMOBİL YOK DENECEK KADAR AZDI

Şehirde otomobil yok denecek kadar azdı. Belediye’nin iki üç tane otobüsü vardı. Odunpazarı ve Köprübaşı arasında ve Muttalıp Caddesi üzerinde çalışan… Onlarda kamyona karoser giydirilerek yapılan otobüslerdi. Faytonlar daha çok kent içi ulaşımda söz sahibiydi. Kapalı ve açık faytonlar. Ki bunlar ben belediye reisi olduktan sonra o günlerin nostaljik yaşamını geri getirmek için yeni baştan yaptırtarak hizmete soktuğum faytonlar olarak bugün de hala Eskişehirlilerin ilgisini çekiyor düğünlerde, sünnetlerde… Gelinler ve sünnet çocuklara faytonlara binip dolaşırlardı. Faytonların bir durağı Odunpazarı’ndaydı. Şimdiki Atatürk Müzesi dediğimiz eski askerlik şubesinin olduğu noktadan Mustafa Kemal Atatürk Caddesi üzerinden gara giderlerdi. Gar Alman yapımı bir gardı. Almanlar tarafından yapılmış güzel bir binaydı. Önünde büyük bir kampanası vardı. Trenin kalkışını falan o kampanayı çalarak haber verirlerdi. Yine İstasyon’da yani gar binasının yan tarafındaki bahçede şimdi revizörlük diye bir bina var orada tarihi… Onun önünde açılır kapanır kanatlarıyla tezgâhlar vardı. Aslında bunlar bir nevi vitrin gibi kullanılırdı. Siyah kadife kaplanmış, dışı kontraplak açtığınız zaman o siyah kadifeyi görürsünüz raf yerine lastikler gerilmiş onun arasında işte lületaşından yapılmış ağızlıklar, kolyeler ve alçıdan kumbaralar yaparlardı kedi şeklinde. Çeşitli oyuncaklar yaparlardı. Ve boyarlardı üzerlerini… Onların önünde de şimdi bir örneğini Haller Gençlik Merkezi’nde görebileceğiniz benimde belediye başkanı olduktan sonra model olsun diye yeni baştan döktürttüğüm çeşme vardı Kalabak suyu akardı. Tren garının önünde…

CUMARTESİ PAZAR GÜNLERİ GARA GİDİLİRDİ

Yalı basması tek katlı bir lokantası vardı, gar lokantası vardı. Eskişehirliler vakit geçirmek için sadece Porsuk kenarında dolaşmazlar özellikle cumartesi Pazar günleri gara da giderlerdi ve gelen geçen trenleri izlerlerdi. Bütün trenler Eskişehir’de yarım saat mola verirdi. Hepsi buharlı trenlerdi. Biliyorsunuz buharlı lokomotifler buhar çıkarırlar. O hızla giderken o buhar bütün yolcu vagonlarını arkaya doğru yalar ve gecenin soğuğunda buz tutardı bütün trenler kristal vagonlar olarak Eskişehir garına girerlerdi. Tren geldikten sonra garın içinde bulunan salepçiler güğümleriyle hemen perona çıkarlar salep ve simit satışı başlar yolcuların bir kısmı inerler biraz gara girerler ısınırlar yolcu salonunda arkasından sıcak simitle tarçınlı saleplerini içerlerdi.

PORSUK HER KIŞ BUZ TUTARDI

Kış o kadar soğuk geçerdi ki Porsuk her kış buz tutardı. Ve üzerindeki buz bazen 7-8 santime kadar ulaşırdı. Ve bizler tahtadan altına demir veya haldeki meyve sandıklarının kenarına dağılmasın diye çakılan teneke şeritlerden geçirir iki tarafından deler iple ayağımıza bağlar paten yapardık. Odunpazarı’nda da kar mevsimi çok eğlenceli geçerdi. Oturaklı kızaklar vardı, kimisi yokuş aşağı olduğu için Odunpazarı kimisi oradan kayarken kimisi de bakır sinilere oturup döne döne kayarlardı bazıları da kısa boylu merdivenlerle merdivenlere biner yokuştan aşağı kendilerini salarlardı. Yediler’e kadar kayılırdı… Şehir baştan aşağı granit parke yollarla döşeliydi. Bayramlar çok güzel geçirdi. Bayram yeri Eskişehir’in iki alanında kurulurdu. Vilayet Meydanı’nın olduğu yerde diğeri de bizim Opera ve Senfoni Orkestrası’nın olduğu yerde Kültür Sarayı’nın olduğu yerde Necati Bey Parkı idi orası. Muttalıp mezarlığının ön tarafında kurulurdu. Fevkalade iptidai salıncaklar, kalaslardan yapılmış, küçük dört tane altı tane askısı olan dönme dolaplar kullanılırdı. Kısacası çocukluk günlerdim çok hareketli, çok güzel günlerdi.

MUTTALIPLILAR’IN GETİRDİĞİ EŞEKLERİN KUYRUKLARINDAN…

Ben ayrıca karikatüre çok meraklıydım. Karikatür çizerdim. Para kazandığım ilk işlerden biri tabi yaz aylarında babam çırak verirdi muhtelif dükkanlara, değişim meslek erbabına oradan aldığımız küçük sembolik harçlıkların dışında ciddi olarak orta okul sıralarında 14 yaşında karikatür sergimi Halkevi’nin altında açtım. Karikatür’den nasıl para kazandınız derseniz sergiyi gezenlerin isteyenlerin karikatürlerini çizerdim. Karakalem karikatürler bir lira, renklendirme iki buçuk liraydı. Okul masraflarımın bir bölümünü birkaç yıl orada açtığım sergilerle kazanmıştım. Onun dışında şimdi düşünüyorum da neler yapardık? Çocukluğumuz İkinci Dünya Savaşı yıllarına rastladığı için yokluk yıllarıydı şimdiki kuşaklara söyleyince belki çok garip gelebilir Muttalıplılar genellikle çarşamba ve cumartesi pazarlarına eşekleriyle gelirler yoğurtlarını, yumurtalarını, tereyağlarını Yediler’deki pazara çıkarırken eşeklerini oradaki ahıra bağlarlardı. Kıtlık yılları olduğu için öğretmenimiz bende resme meraklıyım benimle birlikte bazı arkadaşlarımıza suluboya nasıl yapılır bulmak mümkün değil çok enden olarak belki buluyordu varlıklı aileler belki İstanbul’dan getirtirlerdi. Gazoz kapaklarının mantarını çıkardıktan sonra içine hırdavatçılardan alınmış toz boya ile biraz gliserin biraz üstübeç karıştırır üstüne kor ondana sonra onu güneşte kurutur kuruttuktan sonra suluboya yerine kullanmaya çalışırdık. Beş altı renk ancak yapardık. Ancak fırça bulmak mümkün değildi şimdiki çocuklar her çeşidini buluyorlar. Ama biz yine öğretmenimizin öğrettiği üzere eskiden kalma özellikle göçmen olarak gelenler ile babaanneler yaşlılar falan manto gibi bir şey giyerler kenarlarında samur kürkler bulunur özellikle Kırım’dan gelenler için onların eskiyen, güvenin deldikleri falan atılırken o kürkler sökülür onlardan fırça yapmamız için onları kırpmayı öğretirdi öğretmen. Ama o da yetmez Muttalıplılar’ın getirdiği eşeklerin kuyruklarından dikkatle keser sonra bizim Sobacı Hasan Usta’dan teneke parçaları alırdık mahalle marangozundan aldığımız tahta çubuklara da o fırçayı nasıl monte edeceğiz? Rahmetli babam belediyede elektrik işletmeleri tahsildarıydı. Kırmızı mühür vardı, mühür atarlardı bazı şeylere… Onu eritirdik, bir tutam kılı alır akıtırız kestiğimiz kısma o yapışır ona. Teneke ile etrafını sarar zımbalardık. Ve fırça olurdu. Tabi o fırçadan ne hayır gelir? Kullanırken yarısı resmin üzerinde kalırdı.

HASAN URSAVAŞ ESKİŞEHİR’E İLK KUZİNEYİ TANITANDIR

Bunun gibi anlatması saatleri bulabilecek anılar vardır çocukluk ve yokluk yıllarında. Bulgaristan’dan gelen göçmenler özellikle Hasan Ursavaş Eskişehir’e ilk kuzineyi tanıtandır. Bulgaristan’dan gelenler kuzine dediğimiz dikdörtgen biçiminde bir sobadır. Bir köşesinde ateş yanar, ama yanında fırını vardır. Üstünde gözleri vardır, üstünde yemek pişirirsiniz, kaynatırsınız, ekmek, börek, çörek ne yapacaksınız fırını vardır fırına sürerseniz. Hasan Ursavaş bizim İnkılap Okulu’nun karşısındaki evimizin kerpiç bir evdi babam dükkanlar yaptırmıştı oraya dört tane dükkan yaptırmıştı. Bir tanesi Hasan Ursavaş’ın kiraladığı dükkandı. Orada soba yapımını, sacları nasıl kıvırdığını dikkatle izlerdim. Hatta teneke kutular olur onlardan sinema makinesi yapmaya çalışırdık. Bir başka dükkânımızda Bulgaristan göçmeni Recep Ağa vardı… Recep Ağa başlangıçta sadece leblebi kavurup satarken zaman içinde işini ilerletti karşı köşedeki dükkanı da tutarak leblebi unundan helvalar yapardı, okulların önünde satılırdı onlar. Yokluklar iççinde ama çok mutlu çocukluk geçirdiğimi düşünüyorum. O dönemde benim kuşağımın becerileri çok yüksektir. Yaratmaya, yok etmeye var etmeye çalışan arkadaşlardık.

DELİKLİTAŞ TAMAMEN SEBZE BAHÇELERİYDİ

Lise yıllarım daha hareketli ve dinamik yıllarımız. Gençliğin başlangıcındaki yıllarımızdır. Göçmen mahallesindeki arkadaşlarla Eskişehir Lisesi’ne giderdik. O zaman ismi Eskişehir Lisesi idi. Türkiye’nin en önemli liselerinden bir tanesiydi. 1960’tan sonra adı Atatürk Lisesi olarak değiştirildi rahmetli edebiyat öğretmenimiz Vehbi Cem Aşkun’un tavsiyesiyle… Cüneyt Arkın bizim iki üç mahalle daha arkamızda otururdu. Hamamyolu Caddesi’nden yürüyerek liseye giderdik. Yürüyerek gider yürüyerek gelirdik. Deliklitaş Mahallesi denen yerler tamamen sebze bahçeleriydi. Arasından sulama arkları geçerdi. Öğle paydoslarında annelerimiz çıkın yapar içine yumurta köfte iki dilim ekmek koyar çıkar o tarlaların arasında bazen bahar mevsiminde falan bahçıvanlık yapanlardan salatalık alırdık yemeğimize katkı yapardık.

ACI ÖRNEKLERİNDEN BİR TANESİDİR

Hamamyolu Caddesi’nde bir dere akardı. O dere de sulama kanalı olarak Karacaşehir taraflarından itibaren alınır Nuri Bey değirmeni denen yerde açık bir şekilde Atatürk Bulvarı’nın kenarından geçer Reşadiye Cami’nin yanında bir değirmen vardı o değirmeni çalıştırır oradan Yediler’e doğru dökülür Yediler’de bir köprü vardı. Köprünün altından geçer Hamamyolu’nu boydan boya kat ederek Tozman sineması yanından Porsuk’a akardı. Vişnelik, Deliklitaş’taki tarlalar o dereden alınan sularla sulanırdı. Bi ara bu derenin iki tarafında pazarda kurulurdu. Köylerden yumurta, tereyağ, tavuk getirenler vardı. 70’li yıllarda genişliği aşağı yukarı dört metre, derinliği de 60-70 santim olan bu dere temiz tutulamadığı için dolduruldu ve üstü kapatılarak yol yapıldı. Eskişehir’in doğal kaynaklarının yok edilmesinin acı örneklerinden bir tanesidir. Eskişehir canlı, sakin, şimdiki deyimle dingin şehirlerinden biriydi.

ESKİŞEHİR’İN İLK DOĞRU DÜZGÜN SAHNELİ SALONU

Şeker Fabrikası, Tayyare Fabrikası, Demiryolları Fabrikası, Sümerbank Basma Fabrikası daha sonraki yıllarda kurulmuştur şimdi özelleştirildi biliyorsunuz. Bu fabrikaların elit yöneticileri vardı. Çoğu yurt dışında eğitim görmüş insanlardı. Hepsinin lojmanları vardı. Şehrin hayatında ayrı bölgelerde oturan bu insanlar zaman zaman şehre inerler, sinemaya giderlerdi, Halkevi’ndeki etkinliklere önem gösterirlerdi. Şeker Fabrikası deyince… Almanya’da yetişen Osman Bozok fabrika müdürü olunca sahneli salon yaptı. Eskişehir’in ilk doğru düzgün sahneli salonu odur. Devlet Demiryolları Fabrikası ise spora çok önem verirdi. Sporun bütün dallarında sporcular yetiştirmiştir. Olimpiyat şampiyonu güreşçiler çıkmıştır. Güreş, boks, eskrim, futbol… Milli Takım’a oyuncular veren Eskişehir’in bir kurumuydu. Devlet Demiryolları Fabrikası’ndan aklımda kalan yine mesaiye başlangıçta mesai bitiminde boruyla, sirenle duyurulurdu. Eskişehirliler de saatlerini ona göre ayarlarlardı. Yine o fabrikayla ilgili anılarım işçilerin bisikletle gidiş gelişleriydi. Adeta bir bisiklet seli olurdu. Eskişehir’de bisiklet yarışı da yapılırdı. Bisiklet sporu da çok önemliydi. Şimdi bisiklet kullanımını teşvik etmeye çalışıyoruz. Zaten benim belediye başkanı olarak yaptıklarıma şöyle bir göz atarsanız hep çocukluk ve gençlik yıllarımdaki nostaljileri yeni kuşaklara aktarabilmek gayretini taşıdığını görürsünüz.

TÜRK HALKINA GÜZEL BİR KENT VERMENİN MUTLULUĞU İÇİNDE

Eskişehir hep benim hayatımı doldurdu. Hep Eskişehir için hayal ettim. Şöyle söyleyeyim. Benim içimde bir çocuk var. Hala bir çocuk var. O çocuk çok yaramız bir çocuk. Hep Eskişehir için bir şeyler hayal ediyor. Bana hayallerimi gerçekleştirmek için durmadan beni teşvik eden, hırçınlık yapan bir çocuk. Bugüne kadar Eskişehir için hayal ettiklerimi eğitim alanında olsun, şehircilik alanında olsun, gazetecilik alanında olsun, aklınıza gelecek her alanda hayal ettiklerimin önemli bir bölümünü gerçekleştirdim. Hayat demiryolu üzerinde giden bir tren gibi ama makaslar çıkıyor ve sizi başka yerlere doğru götürüyor. Bu yollar hep Eskişehir’de makas değişikliği şeklinde cereyan etti. Eskişehir için düşündüklerimin büyük bölümünü gerçekleştirme fırsatını ve şansını verdi Allah bana. Onun için kendimi çok mutlu addediyorum. Benim ideallerimde hep Eskişehir vardı. Eskişehir demek Türkiye demekti benim için. Eskişehir için ideallerim Türkiye için ideallerim demekti. Çok sevdiğim insanlar için ideallerim demekti. Gerçekleştiremediğim bazıları var. Allah’a duam, gerçekleştiremediğim hayalleri gerçekleştirmek için bana imkan ve fırsat versin. O şansı versin şeklinde dua ediyorum. Eskişehir’in geleceği parlak... Hem de çok parlak olacak muhakkak ki torunlarıma, yetişecek kuşaklara, Türkiye’ye, Türk halkına güzel bir kent vermenin mutluluğu içinde hayatımın sol bulmasını istiyorum. Ve yine Eskişehir’de, bu Eskişehir topraklarının koynunda ebedi uykuma çekilmek en büyük dualarımdan birisi.