ÖĞRETMENLİKTEN GEZGİNLİĞE

“İsmim Murat Fıçıcı, 1972 yılında Eskişehir’de dünyaya geldim. 140 yıl önce, 1880’lerde Bulgaristan Deliorman’dan Eskişehir’e göçmüş muhacir bir ailenin çocuğuyum. Babamlar köyde ilkokulu bitirdikten sonra 1950’li yıllarda Eskişehir’e ortaokul ve liseyi okumaya gelmişler. Biz de o günden beri merkezde yaşıyoruz. Çocukluğumun büyük kısmı Gökmeydan’da geçti. Adana’da liseyi okumamın ardından Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümünü bitirdikten sonra öğretmenlik yapmaya başladım. Beşiktaş Anadolu Lisesi ve Üsküdar Batı Kolejinde öğretmenlik yapmamın ardından doğru bir zamanda, doğru bir teklifle Eskişehir Atayurt Kolejine geldim. Orada da bir süre öğretmenlik yaptım. Daha sonra Gelişim Kolejinde ve çeşitli dershanelerde çalıştım ve çocukluğumdan beri merakım olan, dünyayı gezme fikrine zaman ayırmaya başladım.”

HİKÂYE DOKUZ BİN LİRAYLA BAŞLADI

“Öğretmenlik yaparken sömestr tatillerinde 15 günlük rotalar; daha sonra da yaz tatillerinde üç aylık rotalar derken bir gün dedik ki; biz Güney Amerika’yı gezmek istiyoruz… Baktık ki; minimum rota altı ay sürüyor. Öğretmenlik yaparken bunu yapamayız dedik. Zaten para da yok… O zamanlar dokuz bin lira para biriktirmiştik. Dokuz bin lira parayla, 2003 yılının Aralık ayında, Doktorlar Caddesinde trafik aktığı zamanlarda devreden bir kafe bulduk. O dokuz bin lira parayla da işletmecilik hayatına girdik.”

AVRUPALILAR DÜNYAYI GEZERKEN ÖĞRENİYOR

“Amaç; dünyayı gezerken bize maddi kaynak sağlayacak altyapıyı yaratmaktı. İlk zamanlar hem kafeyi hem de öğretmenliği birlikte devam ettirdim. Fakat şöyle şeyler tespit ettim; ben spora çok düşkün bir öğretmendim. Öğrencilik yıllarımda da uzun yıllar spor yaptım. Basketbol, badminton oynadım, atletizm yaptım… Çocuklar sinemaya, tiyatroya gitsinler, kültürel faaliyetlere katılsınlar diye hep veli ve öğretmen toplantılarında uğraştığımız şeyleri, aslında Avrupalı gençliğin dünyayı gezerken yaptığını gördüm. Önce gittiği yerin coğrafyasını öğreniyor, daha sonra tarihine bakıyor; ‘Acaba bu ülke neymiş?’ diyor. Ülkedeki müzeleri gezerek güzel sanatlara ilgi duymaya başlıyor. Örneğin; Çin’e gittiyse Çin tiyatrosunu merak ediyor, Vietnam’a gittiyse oradaki su tiyatrosunu merak ediyor. Bu şekilde kendini de geliştirmiş oluyor.”

KAFECİLİĞİ GEZGİNLİK ÜZERİNDEN İLERLETTİK

“Gelişim Kolejindeyken çocukların öğle tatilinde top oynamayı bırakıp benim slayt gösterilerime geldiklerini fark ettim. Normalde çocukları öğle tatillerinde kimse toptan alamaz. ‘Hocam Tayland’da file mi bindiniz? Filin derisi nasıl? Afrika’da safariye mi çıktınız?’ gibi sorularla karşılaşıyordum. Baktım ki bu kadar ilgi var; kendi kendime düşündüm ve kafecilik işini gezginlik üzerinden ilerletelim ve bu çocukların bir şekilde dünyayı gezmelerini sağlayalım dedim. Çünkü hep matematik, fizik, kimya, biyoloji öğretiyorduk ama bir şeylerde eğitimimiz hep eksik kalıyordu. Ben de o eksikliğin işin daha çok özgüven tarafında olduğunu düşündüm. Böylece ilk Varuna Gezgin Cafe hikâyesi başladı.”

İLK SIRT ÇANTAMA PARAM YETMEDİ

“İlk sırt çantamı param yetmediği için üniversitede yaz tatillerinde Bodrum’da bir otelde çalışarak almıştım. Bu hikâyeyi yaşadığım için kafenin gelirleriyle onlarca sırt çantası aldım. Yanına uyku tulumları, matlar… Bunları çocuklara ücretsiz vermeye başladık. Hatta o dönemler Asya yönüne rotaya çıkacak çocuklara 100 dolar harçlık veriyorduk. Daha sonra çalışanları gezdirmeye başladık.”

SU GİBİ DÜNYAYI GEZİYORUZ

(Varuna adının nereden geldiğinin sorulması üzerine) “Öğrencilik yıllarımda daha çok Olympos’a giderdik. O yıllarda Olympos’ta Durmuş diye bir arkadaşım ‘Varuna’ diye bir pansiyon açtı. ‘Niye Varuna?’ diye sordum. ‘Burada Avustralyalı, Yeni Zellandalı gezginler kalıyor. Varuna da gezginlerin tanrısıymış” dedi. Ben de Durmuş’a inanıp adını Varuna koydum. Sonradan öğrendik ki; Hint mitolojisinde ‘suların tanrısı’ anlamına geliyormuş. Biz de dedik ki; su da akar gider… Sonuçta bizde su gibi akıp dünyayı geziyoruz.”

CESARETİN İLK ADIMI PASAPORTTA YATIYOR

(İlk açılan şubedeki “Pasaportu olanlara ilk içecekler bedava” yazısının anımsatılması üzerine) “2004’den 2020’ye kadar yaptığımız rotalara baktığımızda; 2600 üniversite öğrencisine tüm masraflarını karşılayarak dünyayı gezdirmişiz. Bu 2600 öğrencinin de ilk pasaportlarını biz çıkartıyoruz, ilk kez uçağa biz bindiriyoruz ve dünyayı gezmeye başlıyorlar. Dünyada genç nüfus üzerinden yüzdeye baktığınızda; en az pasaporta sahip olan ülkelerden birisi Türkiye… Son on yılda Erasmus ve Work and Travel gibi programlarla bu çok değişti. Fakat 2004-2005’de bu oran çok çok azdı. İlk etapta gençlerin bu pasaporta sahip olması gerekiyordu çünkü biz bunun çok az bir kesimine dokunabiliyorduk. Eskişehir Garına gittiğinizde Trans Asya Ekspres geçiyordu, üzerinde Tebriz, Tarhan yazıyordu. Şam’a giden bir tane daha ekspres vardı. Fiyatları da çok komikti. Fakat kimsenin aklından ‘Bir gideyim de İran, Suriye kültürünü öğreneyim’ diye bir düşünce geçmiyordu. Bu yönde bir cesaretimiz yoktu. Biz de ‘Bu cesaretin ilk etabı pasaport sahibi olmaktır’ dedik.”

ÇOK ÇABALADIK

“Eskişehir’de ilk kafeyi açtığımızda bomboştu. Oturup, çay içip kendimiz servis yapıyorduk. Bir tane çalışanımız vardı, o da öğrenci bir arkadaşımızdı. Fakat çok çabalıyorduk. Afyonkarahisar’a giderek ‘Afyon Caz Festivali’nin afişlerini alıyorduk. İstanbul’a giderek Harbiye’deki festivallerin, İstanbul Film Festivalinin ve tiyatro festivallerinin bütün duyurularını alıp camlara asmaya çalışıyorduk.”

PRAG’IZ, BUDAPEŞTE’YİZ

“Eskişehir’de olduğumuz için şöyle şanslıyız; Yılmaz Hocanın kurduğu son 20 yıllık Eskişehir markası kültür, sanat ve üniversite şehri olma üzerine… Biz bir Kayseri, İzmit ya da Bursa değiliz. Sanayileşme üzerinden büyüyen bir şehir değiliz. Biz bir Prag’ız, Budapeşte’yiz. Eskişehir bu mottoyla o kadar uyuştu ve sahiplendi ki… Afişlerin ve duyuruların farkına ilk iletişim ve güzel sanatlar fakülteleri öğrencileri vardılar. İkinci ve üçüncü ayın sonunda yavaş yavaş dükkân dolmaya başladı. Böylece bu işten artık ekonomik olarak da fayda sağlamaya başladık.”

BİZİ KOLTUKÇU ZANNEDİYORLARDI

“İlk başladığımızda dekorasyonu tamamen İskandinav koltuklarla yapmıştık. Hatta ilk zamanlar mobilyacı sanarak içeri girenler oluyordu. Ev ortamı yaratmaya çalıştığımız için koltuklarla dizayn etmiştik. Tabi sonraki 16 yılda Varuna iyice doldu ve müşteriler de çok sahiplendiler. O günden beri de kafeler dolu…”

FARKLI BİR ŞEYLER YARATTIK

“Hedefi yüksek tutma mentalitesinde olduğum için, Eskişehir’de dört beş şubeye çıktıktan sonra diğer şehirlerde de şube açma fikri aklıma geldi. Diğer şehirlerde açmak çok zor… Uzaktan bir işletmeyi işletmek, güvenilir insanlara bunu teslim etmek… Fakat biz ‘Varuna Ailesi’ dediğimiz öyle bir aile yaratmıştık ki; önce Ankara’da, sonra İzmir’de, daha sonra da İstanbul’da ve Antalya’da 14 şubeye kadar bu işletmeleri açtık ve bunları gencecik insanlara emanet ettik. Bu insanlar da biz dünyayı gezerken bu işletmeleri devam ettirdiler. Bence farklı bir şeyler yarattık. Daha sonrasında Türkiye’nin her tarafından davetler almaya başladık. Amacımız halen, özellikle Türkiye’nin doğusunda, Kars’ta, Van’da, Diyarbakır’da şubeler açmak…”

HER ŞEHRİN MARKASI OLDUK

“Çünkü biz sadece Eskişehir’in değil; gittiğimiz şehirlerin de şehrin markası olduk. Çünkü onlar öyle sahiplendiler. Fakat bütün dükkânlarımız kapısında ‘Bir Eskişehir Markasıdır’ yazmakta… Bu nedenle Eskişehirlilere de hep saygı duydular. ‘Siz Eskişehirlisiniz, ama bizim için İzmir markasısınız’ diyorlar. Eskişehirlilik seviliyor. Böyle bir değer var.”

MENTALİTEMİZ İLK CESARETİ VERMEK

“Ortalama her şubemizde 20-25 bine yakın kitaplı kütüphane var. Bizde ‘Kim okuyor ki?’ diye bir şey var. Bir kişi okusa bile bir değerdir. Belki hayatında hiç kitap okumamış birisi arkadaşını beklerken yanındaki kitapları görüyor ve merak edip açıp bakıyor. Kitap okumak illa Rus edebiyatını, çok ağır edebiyatları okumak değildir yani… Okumaya merak ettiğin bir konu üzerinden de başlayabilirsin. Zaten bizim mentalitemizde de dünyayı gezdirmeye yönelik ilk cesareti verelim düşüncesi var. İlk kitabını okuyacaksa da Varuna’da okusun… İnsanların hayatında bir parça olalım istiyoruz ve bunu hedefliyoruz.”

GEZGİNLİK İNSANLARIN HAYATLARINA TANIK OLMAKTIR

“Şu ana kadar 150 civarında ülkeye gittik. İlk önce Asya’yla başladık. Çünkü Asya çok engin bir kültür; Rus kültürü ayrı, Çin kültürü ayrı… Japonlar, Koreliler bambaşka bir kültür… Araplar ayrı, Hintliler ayrı… Çok engin bir kültür ve çok ucuz. Tüm masrafları biz karşılıyoruz. Asya’da ‘Guest House’ denir. Misafir evi mantığında, bir odada 8-10 kişi kalıyorlar. En uygun şartlarda yemek yenilerek geziler yapılıyor. Zaten uymayan çocuğu da ilk uçakla Türkiye’ye gönderiyoruz. Naz çekmiyoruz yani… Zaten gezginlik de budur. Orada yaşayan insanların evlerinde kalmak, onların hayatlarını gözlemlemektir. Bu şekilde daha ucuz oluyor. Aslında otelde kalmaktan daha değerli bence… İnsanların birebir hayatlarını görüyorsun. Çocuklarını, mutfaklarını, salonlarını görüyorsun…”

DÜNYA MUTFAĞINI TÜRKİYE’YE GETİRDİK

“Yaptığımız gezilerde her şeyi keşfetmeyi ve kendimizi geliştirmeyi hedeflediğimizden ‘Varuna Kuralları’ adlı prensiplerimiz var. Gidilen ülkelerde McDonalds’a, Burger King’e, Starbucks’a veya Subway’a adım atan ilk uçakla geri gönderilir. O ülkenin yerel tatlarını yiyeceksin… ‘Bu kokuyor hocam, ben yiyemem’ diye bir şey yok… Yiyeceksin. Anne kültüründen geldiğimizden ve anne sarmasını arayan insanlar olduğumuzdan bunu kırmamız gerekiyor. Örneğin; Tayland’da ‘Pattaya’ diye bir makarna var. Bunu kırdığımızda gördük ki; gençlerin hepsi müthiş beğendiler. Biz de ‘Bu Pattaya’yı Türkiye’ye getirelim’ dedik. Varuna, Türkiye’ye Pattaya’yı getiren ilk işletme oldu… Rusya’yı gezerken her yerde şaşlık yiyorsun, ondan bir şeyler getiriyorsun. Çocuklar Meksika’yı gezerken taco, burrito seviyorlar. Değişik ülkelerde çocuklar neyi severlerse, gözlemleyip Türkiye’ye getirdik.”

DOĞRU YERDE DOĞRU ŞEYLERİ BULMAK ÖNEMLİ

“Tayland, Laos, Vietnam ve Kamboçya çok fazla gidilen ülkelerden olduğu için Thai mutfağı beğenildi ve çok kullanılıyor. Thai çorbaları vardır, Pattaya’sı vardır… Örneğin Gürcistan’da Gürcü mantısı vardır. Oraya gittiğimizde o mantıyı keyifle yeriz. Ya da Karadeniz pidesi değişmiş, ‘Haçapuri’ olmuştur, o pideyi keyifle yeriz… Çin’e gittiğinizde ise oradaki yemeklerin önünden geçmezsiniz. Fakat Çin’de Uygur kültürü vardır, o kültürün içerisinde de muhteşem yemekler vardır… Anadolu da kozmopolit bir toprak olduğu için çok zengin bir yemek kültürüne sahibiz. Yeter ki doğru ülkelerde doğru şeylere bakalım…”

Haber: Atahan GEZER