Haber: Atahan Gezer

GAZETECİ OLARAK GİTTİM

“Sevgili ve rahmetli hocam Prof. Dr. Orhan Oğuz’u 1958 yılında tanıdım. Eskişehir’de, İnönü Caddesi’nde İş ve İşçi Bulma Kurumu binası… Tuğladan, üç katlı bir binaydı. Oraya gazeteci olarak gittim. Köyden şehre gelen işçiler, iş bulunup yerleştirilinceye kadar onların yeme içme ihtiyaçlarını karşılayacak İş ve İşçi Bulma Kurumu binaları vardı 1950’li yıllarda… 1958’in ekim veya kasım ayıydı, gazetecilik yapmaktaydım. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine kayıtlı öğrenciydim. Devam mecburiyeti olmadığı için, ailemin geçimine de yardım etmek amacıyla matbaalarda çalışıyor, gazetecilik yapıyordum.”

ESKİŞEHİR’DE KANUNSUZ KURUM KURULUYOR

“Bir haber geldi İstanbul’dan… Dendi ki; ‘Eskişehir’de bir yükseköğretim kurumu kuruluyor. Fakat kuruluş kanunu yok. Bir mühür, bir müdürle kuruluyor. Yarın oraya müracaat edecekler, acele haber yapın’ dediler. Gazeteci sıfatımla gittim. O çok sevdiği papyonu üstünde… Altın çerçeveli gözlükleri ve çok basit eşyalarla kurulmuş bir makam odasında… Ayaklı bir vestiyerin üzerinde de giymekten çok hoşlandığı ve ona çok yakışan rölöve fötr vardı… Gazeteci olarak ne yaparsın? 19 yaşındayım ve biraz da deli dolu bir gençlik dönemi geçiriyorum. Kendisini sıkıştırmaya başladım. Kanunsuz nasıl kurulur?”

BİNALARI YOKTU

“İstanbul, Ankara ve İzmir’de birer tane olan ve dördüncüsü de Eskişehir’de kurulmak üzere olan Akşam Yüksek İhtisas ve Ticaret Mektebiydi. İstanbul Sultanahmet’teki tarihi bina hariç; Ankara ve İzmir’deki okullar ise binaları olmayan, o şehirlerdeki üniversite yapılarında akşamları eğitim veren kurumlardı. Türkiye’de iktisadın kalkınması için eğitimde yenilikler yapması beklenen ve yükseköğrenim görememiş kamu kurumlarında çalışan memurlar veya işbaşında olan serbest meslek erbaplarının da akşamları boş vakitlerini değerlendirmek ve yeni iktisat bilgilerini öğrenmelerini amaçlayan bir okul…”

NİYE BÖYLE SORULAR SORUYORSUN?

“Orhan Oğuz İzmir’den oraya müdür olarak tayin edilmiştir. Beni dinledi, sonunda dedi ki; ‘Sen niye böyle sorular soruyorsun?’ Soruları tahmin edebilirsiniz; bir gazeteci nasıl sorular sorar… Dedim ki; ‘Ben gazetecilik yapıyorum, mesleğimi yapıyorum.’ ‘Sen nerede okuyorsun?’ dedi. ‘Ankara Hukuk’ta kayıtlıyım’ dedim. ‘Burada ne işin var?’ dedi. Dedim ki; ‘Ankara Hukuk’ta devam mecburiyeti yok, İstanbul Hukuk’a aykırı olarak… Orada pek çok hakim, savcı ve avukat, sadece kanun kitaplarını çalışarak, imtihanlara girerek; dört senenin de üzerine birkaç sene ilave ederek mezun oluyorlar’ dedim.”

BİR ŞARTIM VAR

“‘Bütün sorularına cevap vereceğim ama bir şartım var’ dedi. Zile bastı, bir odacı geldi; Ahmet Yuşan… Orhan Hoca’nın ilk atadığı eleman… Garip bir durum var; Ahmet Yuşan, Bulgaristan’dan göçmüş gelmiş. Fakat Bulgaristan’da da okuyamamış, Türkiye’de de okuyamamış. Çocukluğu öyle geçmiş. Okuma yazma bilmiyor. Hoca’nın ilk yardımcısı o… Bir kâğıda benim adımı yazdı; ‘Aşağıda kayıt yapan çocuğa götür, kaydetsinler bunu’ dedi. Bana da döndü; ‘Sorularına cevap vereceğim ama kaydını al, buraya gel’ dedi. Şimdi öyle bir şey ki; İstanbul’dan talimat vermişler, güzel bir haber yap diye… E ben ne yapacağım? Mecburen gittim, kaydımı aldım geldim. Ama aklımın arkasında da ‘Cevapları alayım hocadan, arkasından gider, tekrar Ankara Hukuk’a kaydolurum’ diyorum. Fakat bilmiyordum ki; kayıt alındıktan sonra bir sene geçmesi lazım… Gittik hakikaten, Rahmetli Yavuz Abadan’a telefon etti; ‘Bu çocuğun dosyasını hemen bekletmeden verin’ dedi. Dosyayı alıp geldik, gidiş o gidiş… Sene 1958… Gittikten sonra bir fırsatını bulup Ankara’ya veya olmazsa İstanbul’a naklimi yaptırıp gazeteci olmak niyetim… Öğrenci olduk…”

YAYIN İŞLERİNİ BANA VERDİLER

“Hemen Akademi’nin yayın işlerini bana verdiler. Yayın bürosunu ben yönetir hale geldim. 1960’lara geldik yakın mesafe… 27 Mayıs öncesi karışıklıkların olduğu, talebelerin ve üniversitelerin ayakta olduğu bir dönem… O dönemde Eskişehir’e de İstanbul’dan, Ankara’dan olaylara karışan öğrenciler gelip buradaki öğrencileri de harekete geçirmek için özel gayretler gösterirler…”

BANA NASİHAT EDERDİ

“Öğrencilik yıllarımın ilk sosyal işlerinden bir tanesi de; Eskişehir Akşam Yüksek İhtisas Ticaret Mektebinin öğrenci cemiyetini kurmak oldu. Öğrenci cemiyeti sekreteri olarak çok öğrenci aktiviteleri içerisinde bulunduğum için Orhan Hoca hep bana nasihat eder; ‘Yapma, bak sana görev vereceğim. O görevleri tamamla, derslerine çalış’ falan… Okulu bitirdik.”

OTUR HELE ULEN BURAYA!

“Dört yıl bittikten sonra kendi kendime dedim ki; ‘Yahu, Orhan Hoca’yı öğrencilik sırasında zaman zaman çok üzdüm. Gideyim, helalleşeyim…’ Odasına girdiğimde ‘Hocam, elinizi öpüp sizden helallik isteyeceğim. Sizi çok üzdüm’ dedim. ‘Otur hele ulen buraya!’ dedi. Zaman zaman benimle ve bazı tanıdığı arkadaşlarıyla Odunpazarı aksanıyla konuşurdu rahmetli… Çok tatlı ve hoş bir konuşma tarzı vardı… ‘Otur ulen!’ dedi. Masanın önündeki sehpanın yanındaki sandalyeye oturdum. Sümenin altından boş bir dosya kâğıdı çıkardı. Masanın üzerinde makam sembolleri olan Stilolar vardı kalemler… Onlardan bir tanesini uzattı. ‘Söyleyeceklerimi yaz’ dedi. Bekliyorum kalem elimde… ‘Yaz’ dedi. İktisadi Ticari İlimler… Efendim; benim yaptığım haber gazetede yayınlanınca Türkiye’de olay oldu. Bu arada İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir’le beraber bir yıl sonra; 1959 yılında TBMM’de akademi yapıldı Akşam Yüksek Ticaret Okulları… Yani üniversitelerle aynı statüyü kazandılar. Tabelasını da eski mektep tabelasını indirip çakmıştık.”

BURAYA BAKKAL MEKTEBİ DİYORLAR

“Yazdım; ‘İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Eskişehir… ‘Devam et’ dedi. ‘Ne yazacağım hocam?’ dedim. ‘Akademinizdeki maliye kürsüsü asistanlığına talibim…’ Onu da yazdım… Bakıyorum böyle yüzüne… ‘Ne bakıyorsun yüzüme? Adını yaz, imzala’ dedi. Birden kalemi bıraktım; ‘Ben akademisyen falan olmak istemiyorum. Çünkü buraya bakkal mektebi diyenler de var’ dedim. Bir de böyle ukalaca bir söz sarf ettim. ‘Sen bana hakkını helal et diye helallik istemek için gelmedin mi?’ dedi. ‘Evet hocam’ dedim. ‘Eğer öyleyse hakkımı helal edebilmem için ismini yazıp imzanı at’ dedi. Kaçacak hiç tarafım yoktu… İsteksiz bir şekilde imzamı attım ve hocaya verdim.”

YAŞADIKLARIMI YAZSAM KİTAP OLUR

“Bir hafta sonra çağrı geldi; ‘Asistanlık sınavı var. Şu gün şu saatte bulununuz’ diye… İstanbul Akademisinin ölünceye kadar başkanlığını yapan Ord. Prof. Dr. Nihat Sayar gelmişti. Ünlü iktisatçılar da vardı. Onlarla birlikte beni imtihan ettiler. Sonunda asistan olduk. Dört yıl boyunca neler yaşadık; yazsam başlı başına bir kitap olur… Bir eğitim kurumu, bir üniversite başlangıcını teşkil edecek kurumlar; o gün ki Türkiye koşulları içerisinde nasıl kurulmuş? Neler yaşanmış? Rektörlük makamından girerken merdiven altında eğik vaziyette konulmuş cip vardır bir tane, arkadan kapaklı… O niye rektörlük yerinde durur? Onu da benim rektörlüğüm sırasında boyattırdık ve oraya koyduk. Efendim, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı akademi başkanlığı olmadan makam arabası isterdi, servis arabası… Bir tek Eskişehirlilerden Hacı Süleyman Çakır’ın verdiği minibüs vardı. O bütün mahalleleri dolaşır, hepimizi bir iki defa tur atar, toplar ve buraya getirirdi… Nereye götürürdü? İş ve İşçi Bulma Kurumu Müdürlüğüne…”

AKADEMİ BAŞKANI OLMAYACAĞIM

“Giriş o giriş… Ayrıca Orhan Hocam benim dünürümdür. Eşimi istemek için Ankara’ya gitti ve eşimi istedi babasından… Babası Ankara’daydı… Öyle bir baba oğul ilişkisi içerisinde büyüdük. 1977’lere geldik. Profesör olduktan sonra akademi başkanı seçildim. Akademi başkanıyken Orhan Hoca’nın milletvekilliği bitti. Ege Üniversitesi kadrosuna başvurmuş. Bunu duyunca çok üzüldük… Ben hemen akademi başkanlığından istifa ettim. Profesörler kurulunu topladık, bizim senatoyu… Yanımda arkadaşlarımla beraber İstanbul’a ziyarete gittik; ‘Hocam, şu anda kurduğun akademi başsız… Seni aday gösterdik, oylama da yaptık. Sen seçildin, lütfen buraya gel’ dedik. Emekliliğine dair bir şey göstermişti. ‘İzmir’e geçeceğim. Ben emekliyim’ diye dilekçe… ‘Onu da iptal ettik. Tekrar akademi başkanı olarak başımıza gel’ dedik. Çok duygulandı… Kırmamak için kabul etti. ‘Ama akademi başkanı olmayacağım. Başınızda hoca olarak kalacağım’ dedi. Günler, yıllar, aylar geçti… İstanbul Sultanahmet’teki akademi yandı… Büyük bir yangın geçirdi... O akademinin öğretim üyeleri bir grup halinde Eskişehir’e geldiler. Dediler ki; ‘Hocayı sizin kadronuzdan alıyoruz, İstanbul’a götürüyoruz.’ Niye? ‘Orayı yeniden kuracak olan tek kişi odur…’ İstanbul’daki hocalar bunlar. Genç, yaşlı hepsi beraber… Hoca da dedi ki; ‘Artık benim oraya gitmem lazım çocuklar, ben İstanbul’a gidiyorum.’ İstanbul Akademisini yangın felaketi bertaraf ettikten sonra yeniden diriltti ve orada akademi başkanı olarak devam etti. Ta ki rektör seçilinceye kadar…”

ÖĞRENCİLERİN DUALARI ONA YETER

“İkimiz de Eskişehir’de doğduk. İkimiz de Eskişehir’in banyolarında yıkandık. İkimiz de Kalabak Suyu’nu içtik. İkimizin de ilkokul tahsili Eskişehir’de… İkimizin lise tahsili de Eskişehir Atatürk Lisesindedir. Yüksek eğitimimiz ise; o İstanbul’dan, ben ise buradan; onun kurduğu o kurumda yüksek tahsilimi tamamladım. Anlatılacak ve yazılacak o kadar çok anı var ki… Bir tarihtir adeta Orhan Oğuz… Diplomalarının altında imzası olan öğrencilerin duaları ona fazlasıyla yeter…”