Eskişehir iş ilanları için tıklayın

“İnönü’nün “Sizi ben bile kurtaramam” dediği Türkiye Büyük Millet Meclisinin kavgalı gürültülü oturumundan hemen sonra Başbakan, Eskişehir gezisine başladı. Başbakan ve yanındakileri götüren uçak Eskişehir’de askeri havaalanına indi. Askeri karşılama töreni yapıldı. Başbakan, aralarında vali ile yüksek rütbeli subayların da bulunduğu karşılayıcıların ellerin sıktıktan ve şeref kıtasını denetledikten sonra konvoy halinde, konuşma yapacağı meydana hareket edildi. Özel Kaleme tahsis edilmiş otomobil, Başbakanın otomobilinin hemen arkasında yer alıyordu. Üssün çıkışına yakın bir yerde, kalabalık bir üniformalı grup vardı. Yaklaşıldığında Menderes, muhtemelen lehte tezahürat yapılacağı tahmini ile yerinden doğrulup grubu selamlamaya hazırlanırken gruptan birisi geriye dön komutu verdi. Hepsi geriye dönüp yürümeye başladılar ve yürürken de aralarından birkaçı elleriyle işaret yaptılar.

Tabii Başbakan çok sarsıldı. Kente giden yola sapıldıktan sonra yol boyunca partililer tezahürata başladılar. Oldukça büyük bir kalabalık vardı, kurbanlar kesildi. Meydana ulaşıldığında orada daha büyük bir kalabalığın toplandığı görüldü.

Gerek lehte tezahürat, gerekse büyük kalabalık Menderes’in az önceki olayla bozulan maneviyatını ne ölçüde takviye ettiğini pek bilmiyorum. Ancak karşılaşılan ikinci bir olay, ona şüphesiz yeni bir şok yaşatmıştır. Menderes kalabalıktan zorlukla ilerleyip konuşma yapacağı kürsüye çıktığında hoparlörlerden ses çıkmadığını gördü, kablolar kesilmişti. O hengamede kimse onaramadı ve Menderes konuşmasını mikrofonsuz, bağırarak yapmak zorunda kaldı. Konuşmanın en göze çarpan yanı, son derece yumuşak ve uzlaşıcı tonu idi. Önce eski Türkçe ile bir konuşma taslağı hazırlamıştı. Bunu okumadı ve irticalen konuştu. Meclis’teki gürültülü oturum koşulları içinde hazırlanan metnin, böyle pek yumuşak bir üslupta olmasını beklememek gerekirdi. Ancak bu yumuşak üslubun, seyahatin hemen başında yaşanan ve Menderes üzerinde etki yaptığı kuşkusuz olan yukarıda andığım olaylardan kaynaklanmış olması pek muhtemeldir.

Nitekim Menderes, Eskişehir’de geçirilen sonraki günlerde ziyaret ettiği yerlerde yapılan lehte gösteriler ve beraber getirdiği politikacı arkadaşlarının moral yükselten telkinleri sonunda, tekrar sert tutumuna dönmüş ve ihtilalden bir gün önce verilen akşam yemeğinde Eskişehir’e geldiği gün yaptığı yumuşak konuşmanın aksine oldukça sert sözler kullanmıştır.

Eskişehir’de, Menderes ile beraberindeki heyet şeker fabrikasının misafirhanesinde kalıyordu. Ziyaret sırasında Başbakan çeşitli kuruluşları ziyaret etti. Gittiği yerlerde genellikle iyi karşılanıyordu. Bunun istisnası, Eskişehir Hava Üssü’nde oldu. Gerçi üs komutanı kendisine gayet saygılı davrandı ama karşılamada soğukluk göze çarpıyordu. Ziyaret sırasında komutanın etrafında çok az subay vardı. Onlar da askeri terbiyenin asgari gereklerini yerine getiriyorlardı. Fakat bunu askeri disiplin gereği yaptıkları tavır ve davranışlarından kolaylıkla sezilebiliyordu.

27 Mayıs’tan bir gün önce, akşam şeker fabrikası misafirhanesinde Başbakan şerefine büyük bir yemek verildi. Başbakan bu yemeğe geldiğinde, benim kanaatime göre hala sertlik ve yumuşaklık arasında bocalıyordu. Şüphesiz Eskişehir’de karşılaştığı nahoş olaylar, onu sarsmıştı. Ancak bazı çevrelerde kendisine sıcak sevgi gösterileri yapıyordu. Ben tanık olmadım ama bazı politikacıların onu, Konya’ya gidip oradan kalabalık bir konvoyla Ankara’ya dönmeye iknaya çalıştıkları söyleniyordu.

Menderes’in bu dönemde bir değerlendirme bocalaması içinde olduğu bence kesindir. Bunda kendisine yanlış değerlendirmelerle şaşırtanların da rolü vardır. Nitekim akşam yemeği sırasında olan bitenler, Menderes’in gerçekten sertlik ve yumuşaklık arasında gidip geldiğini gösterir nitelikte idi.

Yemek, başlangıçta gayet normal ve oldukça sıcak bir hava içinde geçiyordu. Bur doktor albay, Menderes’in yanına gelmiş, Başbakana övgüler yağdırdıktan sonra bir de gül vermişti. Bu jestin Menderes’i duygulandırdığı görülüyordu. Bu ara Menderes’i dışarı telefona çağırdılar. Dönüşünde çok sinirli olduğu göze çarpıyordu. Yemek konuşmasını bundan sonra yaptı. Son derece sert ve itham edici idi. Ağırlık noktasını üniversite hocaları teşkil ediyordu. Onları kara diye nitelendiriyor, veryansın ediyordu. Arkasından orkestradan dağ ba marşını çalmalarını istedi. Herkes marşı söylemeye başladı.

Sonradan telefon edenin Meclis Başkanı Refik Koraltan olduğu ve telefonda Başbakana profesörlerden bazılarının yaptığı tenkitler hakkında bilgi verdiği öğrenildi. Tabii neler konuştuklarını bilmiyorum. Fakat verilen haberin Menderes'i çok sinirlendirdiği kesindi.

Yemekten sonra misafirhaneye döndük. Basın Yayın Genel Müdürü Altemir Kılıç da geldi. Kalmakta olduğu Porsuk Oteline (şimdi orduevi) gitmeden önce, bir süre konuştuk. Bu değerlendirme bocalamaları onun da dikkatini çekmişti. Doğru veya yanlış, sertliğinde bir politika olabileceği, ancak bir gün yumuşaklık, ertesi gün sertlik arasında gidip gelmenin saptanmış bir politika olmadığına delalet ettiği, şu anda bir şaşkınlık ortamının hüküm sürdüğü, yapılacak şeyin havayı yumuşatmak olduğu, bu kararsızlık devam ettiği takdirde devlet idaresinin yüzbaşılara bile geçebileceği görüşünde birleştik. İkimiz de ertesi gün olacakları hissetmiş gibi, bedbin bir şekilde yatmaya gittik.

Şeker fabrikası misafirhanesinde kaldığım odanın telefonunun, 27 mayıs sabahı dörtten biraz sonra çaldığını, olayları nasıl öğrendiğimi girişte kısaca anlatmıştım. Burada biraz daha ayrıntıya gireceğim. Karşımda Başbakanlık Özel Kaleminin nöbetçi memuru vardı. Çok heyecanlıydı. Bana beyefendi geliyor. her sesleri silah taraftan dedi ve telefonu kapadı.

Nöbetçi memurun söylediklerinin ne anlama geldiği anlaşılıyordu. Tahmin edildiği gibi, kilitlenmiş ortamda yegâne çare olarak düşünülen bir askeri darbenin gerçekleştiği anlaşılıyordu.

Haber üzerine aynı misafirhanede kalan Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı uyandırdım. Durumu anlattım. Hissedilir bir şekilde sarsıldı. Daha sonra Polatkan’la birlikte, Başbakanı uyandırdık. Başbakana, telefonda bana söylenenleri aktardım. Odaya daha sonra, Başbakanı uyandırmaya giderken haberi verdiğimiz milletvekili Bahadır Dülger de geldi.

Başbakan haberi soğukkanlılıkla ve telaşsız karşıladı veya böyle göründü. Bir yandan giyinirken, bir yandan da, benden telefonla, İçişleri Bakanı Namık Gedik’i, Genelkurmay Başkanını, Sıkıyönetim Komutanını, Milli Savunma Bakanını ve Ankara Valisini bulmamı istedi.

Ben odama geçtim, Eskişehir telefon santralinde Başbakanın telefon görüşmeleri için görevlendirilmiş ilgilere istenilen kimselerin çok acele bağlanmasını söyledim. Derhal, dediler. Genelde bu iş, en fazla bir iki dakikada olurdu. Bu sefer uzadı. Arada bir de görevliler, Ankara ile bir türlü temasa geçemediklerini söyleyip gecikmeden dolayı özür diliyorlardı.

Sonunda bağlantı kurmanın mümkün olamayacağı anlaşıldı. Başbakan bunun üzerine Eskişehir Valisi İbrahim Tevfik Kutlar, Havva Üssü Komutanı Bedii Kireçtepe ile Yurtiçi Savunma Komutanını misafirhaneye çağırmamı istedi. Hava Üssü Komutanı hariç, diğerleri geldiler. Telefonla bağlantı kurulamayınca, vilayetteki emniyet telsizinden yararlanıp Emniyet Genel Müdürlüğü ile temasa çalışıldı. Bu temas da mümkün olamadı.

Başbakan pek tabii olarak hareketin niteliğini, çapını ve özellikle bunun Silahlı Kuvvetler tarafından ne oranda desteklendiğini merak ediyor ve öğrenmeye çalışıyordu. Ankara ile temas mümkün olmadığı için, bütün bilgi, Ankara’dan bana verilen kısa telefon haberi ile sınırlı kalıyordu. Misafirhanede ve vilayette daha fazla bir şey yapılma olanağı olmayacağı anlaşılınca, Yurtiçi Komutanlığına gitmeye karar verildi.

Yurtiçi Savunma Komutanı, bir gün önce Başbakanla görüşmüş, kendisine kişisel bir sorununu açmıştı. Bunu ‘girişte’ anlattım. Komutan, bu yüzden Başbakana minnet duyuyordu. Komutanlığa giderken gün ağarmış olmakla beraber, daha çok erken bir saatti. Buna rağmen caddelerin bazı kesimlerinde kümü küme havacı subay ve astsubay grupları göze çarpıyordu. Sonradan anladığımıza göre, bunlar verilen alarm üzerine üsse gitmek için servis bekleyen subay ve assubaylarmış. Alarm, bir jet uçağının Eskişehir üzerinde alçaktan daire çizerek uçması suretiyle verilmiş. Ani alarmlarda bu yöntem kullanılırmış.

Grupların yanından geçerken herhangi bir aleyhte tezahürat görülmedi. Muhtemelen alarma cevaben üsse gitmekte olanlar, daha o saatte neden çağrıldıklarını, Ankara’da olanı biteni bilmiyorlardı. Komutanlıkta, Maliye Bakanı, Gaziantep Milletvekili Bahadır Dülger, Burhan Belge ve Eskişehir Valisi vardı. Biraz sonra olayı duyan birkaç kişi daha geldi. Fakat durum belli olmaya başlayınca, gelenlerin bir kısmı, herhalde başlarının çaresine bakmak için yavaş yavaş ortadan kaybolmaya başladılar.

Sonunda, Komutanlıkta, Başbakan, Maliye Bakanı Hasan Polatkan, ben ve maiyetimdeki iki görevli kaldı. Başbakan, asker kökenli iki milletvekilini yanına istedi. Bunlar Kore’de Tugay Komutanlığı yapmış General Tahsin Yazıcı ve adını hatırlayamadığım bir askeri mühendis general idi. Her ikisi de Eskişehir’e gelen heyette idiler. İkisi de davet üzerine komutanlığa geldi. Yurtiçi Savunma Komutanı, karargahında bulunanlara kahve ikram etti. Başbakana verilecek kahveyi tepsiden aldı, önce bir yudum kendisi içti, sonra fincanı Başbakana uzattı. Başbakan bu jestin ne mana ifade ettiğini tabii anladı. İhtilal ortamında bulunulduğu yavaş yavaş kendisini belli ediyordu. Telefonla irtibat kurulması burada da denendi. Fakat başarılamadı. Sonra öğrendiğimize göre, bu sıralarda ihtilalle ilgili radyo anonsları başlamıştı. Büyük bir ihtimalle komutana da ihtilalle ilgili emirler ya gelmiş ya da gelmek üzere idi. Buna rağmen paşa, belki de bir gön önceki ricası kırılmamış olduğu için, Başbakana yardımcı oluyordu. Eskişehir’de hiçbir yerle irtibat kurmanın mümkün olmayacağı anlaşılınca Başbakan, belki orada bu imkan bulunabilir umuduyla Kütahya’ya gitme kararı aldı. Komutan, bir jip pikap, bir de askeri kamyonet hazırlattı. Kamyonete silahlı bir manga asker bindirildi. Başbakan kendi makam arabasına binmek istemedi, askeri pikabı tercih etti. Eski günlerin aksine, kimse yanına binmek istemiyordu. Bunun üzerine ben, yanına gittim. Bana “Ercüment Bey siz kalın, Albay gelsin” dedi. Albay, Yurtiçi Savunma Komutanlığının Kurmay Başkanı idi. Pikaba o bindi. Başbakanın makam arabasına da asker kökenli iki milletvekili ile ben bindim. Özel Kalem’in arabasına da benimle Eskişehir’e gelen Özel Kalem’de görevli memurlar bindi. Önde Başbakan’ın bulunduğu askeri pikap,  onun arkasında milletvekilleri ile benim bulunduğum Başbakanın makam arabası ve bizleri takiben de Özel Kalem arabası, bir manga askerin bulunduğu kamyonet olmak üzere konvoyla Eskişehir’den Kütahya’ya doğru hareket ettik…”