Yalan yok insanlığa dair özellikle bu virüs illetinin ilk günlerinde umutluydum.

Bizi evlerimize hapseden, rutin hayatımızın değerini kavradığımız günlerden geçtik. İhtiyaçtan fazla paranın ne kadar değersiz, şatafatlı hayatların ne denli önemsiz olduğunu kavradık sandım.

Sıradan arkadaşlar bile gözümüzde tüttü, sarılacak, sığınacak ne kadar az şeyimiz olduğunu fark ettik diye düşündüm.

Çevreye verdiğimiz zararı, ne kadar gürültülü yaşadığımızı, sanal dünyanın sevgi dolu sözlerinin içten bir kucaklaşmayla kıyas bile yapılamayacağını tecrübe ettik diye tahmin ettim.

İnsan ne kadar aciz, dünya devi ülkeler bile küçücük virüs karşısında nasıl çaresiz kaldı diye muhasebe ettik diye umdum.

Paylaşmanın, zor zamana saklanmış bir telefonun, bir özür, bir zeytin dalının koskoca hayatımızın en büyük noksanı olduğunu anladık dedim.

Üzgünüm ama yanılmışım.

İnsanoğlunun içindeki kibir, siyasetin vicdanına vurduğu mühür, paraya teslim ettiği ruhlarında pek bir değişiklik olmamış.

Birbirimizden nefret etmek, birbirimizin açığını aramak, birbirimizle savaşmak için daha çok sebep arar, daha çok bahane bulmaya çalışır olmuşuz.

Tanıdık, tanımadık fark etmeden herkesin hakkında bir yorum, bir olumsuz eleştiri, bir itibarsızlaştırma yapmak için mesaiyi çoğaltmışız.

Farkında mısınız bilmiyorum?

Giderek artan bir gerginlik, nefret ve hiç olmadığı kadar Su’dan sebeplerle birbirini öldürmek isteyen kabilelere döndük.

Herkes birbirine sataşıyor, birbirini suçluyor, birbirine iftira atıyor.

Başkasının ayakkabılarını giyip yürümeden onun yolu hakkında konuşuyor, tespit yapıyor.

Trafikte birbirine yol veren kalmadı. Kavgaya her an hazır ve nazırız.

Kaşının üstünde olması için birisine saldırmak için yeterli bir sebep.

Yaşayan tüm canlılara daha çok işkence etmeye başladık.

Sapkınlık sofranın baş aktörü, en normal olağanüstü travması oldu bu aralar.

Daha bebek sayılacak çocukları taciz eden Şeyhler ve müritleri var. Tecavüz edilen ve anüsü oyulan bir eşek haberi ile tıkanan idrak yollarımız ve izlemeye, duymaya, görmeye tahammül edemediğimiz nice biçimsiz haberler.

Servet düşmanlığı dorukta bu aralar. Hep vardı ama had safhaya çıktı. İyi evi olan, iyi arabası olan hatta yakışıklı ve güzel olmak bile linç sebebi bu topraklarda.

Düşüncesizlik bir çocukluk, cahil bir gençlik hezeyanı desem olmaz. Koca koca adamlar, kadınlar, aklı başında sandıklarımız yapıyor bunu.

Birbirini aldatma, nankörlük, fırıldak gibi dönmek falan amenna ama herkesi o dolmuşa binmiş zannetmek biraz abes kaçıyor.

Korkmaya başladım.

Ortada hiçbir sebep olmadan biriyle kavga etmek, birini öldürmek veya biri tarafından öldürülmek an meselesi.

Bir durun, az soluk alın, lütfen kendinize gelin yahu…

Hepimiz pandemi de yaşıyoruz, hepimiz darboğazdan geçiyoruz.

Herkes sandığınız, tahmin ettiğiniz rahatlıkta yaşamıyor.

Sabahları eyvah kış geliyor, yakıt başlayacak diye uyanıyoruz güne, gece zorunlu market ihtiyaçlarını nasıl hallederiz kaygısıyla uyuyoruz.

Kimsenin diğerinden daha fiyakalı ve cilalı bir kederi, çaresizliği, öyküsü yok şu aralar.

2300 lira ile geçinen içinde, 350 insana her ay maaş vermek zorunda olan da aynı kazanda.

Üstelik şiddetin, katlin, işkencenin bir bahanesi olmaz.

Bencilliğe, adaletsizliğe, kibre hiç kimse gerekçe üretemez.

Böyle devam edersek kimse de gün yüzü göremez.

Bugünümüz kara, en azından yarını da karanlığa teslim etmeyelim.

Lütfen !