Türkiye’de 18 yıldır Ak Parti iktidarı var. En çok tartışılan, zayıf düştü dediğimiz zamanlardan bile tek başına iktidar olarak çıktı. Parlamenter sistemi değiştirdi, Genel Başkanı Erdoğan’ı değiştirdiği bu sisteme Devlet Başkanı olarak seçtirecek yolu buldu ve hayata geçirdi.

Her seçimde tartıştık. Ak Parti’nin aldığı oyu, kemikleşmiş yapısını, ekonomi, eğitim, sosyal hayat, dış politika ve nice konuda izlediği siyaseti eleştirdik. Ve doğrusunu söylemek gerekirse her seferinde bu işin altından nasıl karlı çıkabildiğine şaşırdık.

Sandıktan şüphe ettik, seçim sisteminden şüphe ettik. Hatta kendimizden bile şüphe ettiğimiz dönemler yaşadık.

Ancak son yerel seçimde gördük ki,  Ak Parti asla yenilmeyeceğini düşündüğümüz İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde farklı bir şekilde kaybetti.

Çünkü Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu Ak Parti’yi kendi silahıyla vurdu. Bazı şeyler siyasi iradenin önüne geçti. Söz konusu belediye olunca insanlar parti değil isimlerin samimiyeti ve enerjisi üzerinden bir ayrım yaptı.

Yani CHP,  Eskişehir’de Ahmet Ataç’ın yıllardır yaptığı şeyi diğer şehirlerde denedi ve başardı.

Aranızda katılmayanlar olabilir ama Ak Parti’nin pek çok tartışılan hamlesine, hizmetine, siyasi tarzına rağmen yıllar boyunca başarılı olduğu bir konu vardı. Ak Partililer bazı münferit örnekleri saymazsak insana dokunma konusunda çok ustaydı.

Cenaze, düğün, asker uğurlaması, esnaf ziyareti, çarşı Pazar gezmesi eksik olmazdı. Herkesin elini sıkan, tişörtün üstüne şapkasını takan, çözemese bile insanları dinleyen, çevresinden geçenlere espri ile takılan pek çok isim gördük.

Maliye Bakanı Rahmetli Unakıtan gibi pek çok ismi vardı Ak Parti’nin.

Hizmetleri, siyasetleri, partinin idealleri tartışılır ama bu tartışmaları süspanse edecek insani ilişkileri üst düzey isimleri vardı.

Lüks araçları peş peşe dizen, kendisinden talebi olan birini yanındaki yardımcısına yönlendiren, 40 derece sıcakta saçım bozulmasın diyen ve ütüsüz takımla adım atmayan aktörler bu kadar çok değildi.

İnsanlar kendi gibi, onlara benzeyen insanlar ile gönül bağı kurarlar. Elini erinmeden sıkan, hastayken ziyaretine gelen, dün ile bugün arasındaki tavrı değişmeyen siyasetçilere bayılır.

Bir de bu samimiyetini yaptığı işle pekiştirir, eleştirilse dahi bu çizgisini bozmazsa başarısı kaçınılmaz olur.

Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ın başarısı ve girdiği her seçimde yaşadığı rahatlığın sebebi de bu oldu.

Ataç aslında entelektüel birikimi pek çok aydına taş çıkartacak kadar donanımlı bir isim ama hekimlikten gelen insan iletişimi, yaptığı işlerle insana verdiği değeri istikrarla yansıtması onu siyasetin üstünde bir çizgiye taşıdı.

Partinin en kıdemli isimlerinden olmasına rağmen kimse Ataç’ı siyasi bir figür olarak görmedi.

Akademisyen, Çoban, Esnaf, Sanatçı diye ayırmadan aynı dili kullandı. Yani mış gibi yapma hesabına girmedi. Öfkesini de, tepkisini de saklama gereği hissetmedi. Kullandığı cümleler kendi partisinde bile aleyhine kullanılır hesabı gütmeden konuştu.

Kadınlara, engellilere, çocuklara, yaşlılara kuru bir seni seviyorum demedi.

Turcu Başkan demelerine aldırmadı ve bu işten keyif alan yüzbinlerce insanı  kültür gezilerine çıkardı.

Engellilere cafe, montaj atölyesi açtı. Çocuklara ağız diş sağlığı merkezi, yaşlılara yaşam köyü yaptı.

Tek tek saymaya gerek yok. Ahmet Ataç sıktığı eli bırakmayan bir samimiyeti oturttu.

Eksiği, eleştirilecek, itiraz edilecek hamleleri olmadı mı? Elbette oldu. Olacaktır da.

Ancak seçmen ile arasında şöyle bir bağı var.

Bir insanı severseniz tutumlu dersiniz, sevmezseniz cimri.

Severseniz iri yapılı dersiniz sevmezseniz şişko.

Severseniz eli açık dersiniz sevmezseniz müsrif.

Ve Tepebaşı’nda insanlar Ahmet Ataç’ı seviyor.

Ataç ise en iyi siyaset hizmettir, hizmeti iyi yaparsan siyasete gerek kalmaz diyerek yoluna emin adımlarla devam ediyor…