1892 yılında Berlin-Bağdat Demiryolu hattının Eskişehir’e gelişi ile burası sadece trenlerin gelip geçtiği bir uğrak yeri olmamış; ekonomide, sosyal hayatta değişikliklerle birlikte yeni bir eğitim sistemi de demiryolunun etrafında konuşlanmıştır.

Ana sermayesi Almanlara ait olan Anadolu Osmanlı Demiryolu Şirketi, bu tarihten sadece 4 yıl sonra Eskişehir’de kendi memur ve müstahdemlerinin çocukları için dört başı mamur bir mektep inşa ediyor ve eğitim-öğretime açıyor. Lakin zamanla her milletten ve inançtan “memur” çocuklarına da kapısını açıyor. “Aynı şefkat ibrazıyla kayd u kabul” edip dönemin eğitim sisteminden apayrı bir yol tutarak kendi hazırladığı müfredatla zamanla sınıf sayısını da artırıyor. Karma eğitimin esas alındığı okulda çağın fen bilimleri, mükemmel bir Almancanın yanı sıra Fransızca gibi dönemin revaçta olan dilleri de öğretiliyor. 18 Eylül 1911’de Eskişehir Hakikat-Anadolu Sesleri gazetesinde Mektebin verdiği ilana göre artık Rumca lisanına da başlanmış. Hatta Ermeni talebelerine Alman mektebine girmelerinde kolaylık sağlamak amacıyla ana dillerinden mahrum kalmamaları için Ermeni dili de okutulacağı duyurulmuş.

Alman Mektebi Müdürlüğünün İlanından Bir Bölüm

Mektebin en cazip yönü mezunlarına demiryolu şirketinde istihdam imkânı sunması... “Mektep müdüriyetinin gösterdiği lüzum ve teklif üzerine” tabi... İlandan öğrendiğimiz kadarıyla Mekteb zamanla üst sınıflar da açacaktır. Sekizinci senenin ardından bir veya iki yıllık eğitimle Almanca, Türkçe ve Fransızcadan başka telgraf (nazarî ve ilmî), usul-i defterî, muhaberât-ı resmîye-gayriresmîye, Dactylographie makine ile yazı yazmak usulü öğretilecektir. Bu eğitimi de tamamlayanların şimendifer idaresinde bir memuriyet kazanmasına kesin gözüyle bakılıyor. Alman Mektebinin; Almancanın yanı sıra Türkçe ve Fransızcanın çok düzgün konuşulmasına önem verdiğini anlıyoruz ayrıca. 

Buraya kadar her şey güzel ancak bir de madalyonun öteki yüzü var. Acı hakikatleri sütunlarından çokça duyduğumuz Hakikat-Anadolu Sesleri yine, bu ilanın yayınlanmasından bir müddet sonra kulağımızın dibinde bir çığlık yükseltiyor yüz yıl öncesinden: “Gençler Mağdur Oluyor” diyor. Hangi gençler? “Öz yurdunda garip” olan gençler... Üstad Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü’nü anımsatan, “Masum Anadolu'nun saf çocukları”dır bunlar...  Demiryolu şirketine kömürcü, hamal gibi amele lazım olduğu zaman bu masum Anadolu insanından seçiliyor. Fakat kâtiplik, kontrol memurluğu gibi statülü işler sadece Alman Mektebinden mezunlara veriliyor. Gazete bu uygulamaya tepki gösterirken dönemin eğitimden sorumlu Maarif Bakanlığını dikkatli ve uyanık olmaya davet ediyor: “Burası bir Türk memleketi ise, bir Osmanlı İmparatorluğu ise şimendiferine de, fabrikasına da hükümetin resmî mekteplerinden mezun olan kimse seçilmelidir. Yok, şimendifer kumpanyası memleketimize vâsi bir imtiyaza malik ise, ekseriya işlediği cinayetlerden mesul değilse bunu millet anlamalıdır. Maarif Nezaretinin bu gibi hususâtı güzel tetkik etmesi lazımdır.”

Anadolu Demiryollarını İşleten Şirketin Logosu

İstihdam meselesine dair gazetenin bir çözüm sunduğunu da görüyoruz: Madem Eskişehir’deki devlet lisesinden mezun olanlar Almanca bilmedikleri için şirkete alınmıyorlar, o zaman liseye Alman lisanına vâkıf bir-iki muallim atansın. Aslında Bakanlığa daha önce birkaç defa talepte bulunulmuş. Ancak müfredatta bu lisan bulunmadığı için ve diğer bölgelere emsal teşkil etmesin diye reddedilmiş. Zira demiryolu şirketi her şehirde değil “bazı uğradığı şehirlerde birer mektep güşâd ediyor”muş.

Hakikat gazetesi bu öneriyi sunarken bir taşla iki kuş vurmayı hedeflemektedir aslında: Hem bizim mezun gençlerimiz memuriyetsiz kalmamış olur, “yüzlerce vatan genci için bir çığır açılmış olur” hem de “Alman âmâlı” memleketimizden çıkmış olur. Çünkü Alman Mektebinin hangi emellerle açıldığı, eğitim sistemi ve öğretmenlerine dair gazetenin yönelttiği sorular; birtakım kuşkular bırakıyor zihinlere. Her ihtiyacı yabancı sermaye tarafından finanse edilen bu mektebin öğretmenleri Osmanlı vatandaşı değildir. “Bu gibi mekteplerin muallimleri acaba memleketimizde hangi mekâtibden (mekteplerden) neşet etmiştir (yetişmiştir)? Evliya-yu etfal (çocukların velileri) burada mazurdur. Mektep namı altında güşâd edilen (açılan) bu gibi binaların ihtişamına bakar; âmâlını, efkârını tetkik etmeyerek ciğer-paresini gönderir. Bundaki mesuliyet sırf Maarif Nezaretine aittir.” Mektep adı altında açılan bu gibi binaların ihtişamına bakan veliler; bu mekteplerin emellerini, fikirlerini iyice araştırmadan ciğerparesini göndermektedir gazetenin yazdığına göre. “Vatanımızda birçok kimseler burada çocuklarını okutuyorlar, Alman usul-i ahlâkına ve idaresi altına gönderiyor.”  diyen Hakikat Gazetesi bu işteki bütün mesuliyetin eğitimden sorumlu Bakanlıkta olduğunu vurgular. Aslında Alman Mektebinin eğitim kalitesini takdir ederken devletin bekası ve güvenliği için tetkik edilmesini ve diğer mektep mezunlarının da aynı imkânlardan yararlanması gerektiğini yani fırsat eşitliğini savunmaktadır. Gazetenin aynı sayısında “Bu Nasıl İş?” başlıklı bir haber dikkatimizi çekiyor. Bir-iki Almanca muallimi atansın dediği devlet lisesinde riyazi (matematik) mualliminin de olmadığını öğreniyoruz.

1912 yılında “Eskişehir Şimendifer Alman Mektebi Heyet-i Talimiyesi Namına Lisan-ı Osmanî Muallimi İstepan Fikri” imzasıyla bir teşekkür metnini görüyoruz gazetenin sütunlarında. Alman Mektebi öğretmenleri ve öğrencilerinin hep birlikte Kütahya gezisine dair izlenimleri yer alıyor mektupta. Kütahya Hükümet binasının önünden geçerlerken binanın cephesindeki çini ve süslemeler mektep müdürünün dikkatini çekiyor ve çocuklara gösteriyor. Gezi planında yokken binaya girip gezmek istiyorlar. Büyük bir misafirperverlikle karşılandıklarını, hatta kendilerine şehir gezisinde ayrıca refakat edecek 2 polis memuru tahsis edildiğini yazıyor mektupta İstepan Fikri Bey. Hisarı, çini ve halı fabrikalarını geziyorlar. Şehrin cazibe merkezi olduğunu anladığımız “Müderris Bahçesi” denilen bir yere gidiliyor. Bu mektuptan bazı isimleri öğreniyoruz: Mekteb Müdürü Mösyö Dörnig, ser-muallim (Başöğretmen) ise Mösyö Müller'dir.

Eskişehir Demiryolu İstasyonu_Kaynak; Türk Dünyası Kültür Başkentliği yayınlarından II Abdülhamid Döneminden Eskimeyen Fotoğraflarla Eskişehir kitabı

Eskişehir’in eğitimde Almanlarla ilişkisi sadece “Alman Mektebi”yle sınırlı değildir. Birinci Dünya Savaşı’nda Eskişehirlilerin girişimleri ve Eskişehir'in ilk Millî Eğitim Müdürü Ethem Nejat Bey'in gayretleriyle açılan; müfredatıyla ve günümüzün eğitim vizyonuna katkı sunacak örnek uygulamaları ile adı gibi “Numune” olan Turan Numune Mektebinin ders araçları da Almanya’dan sipariş edilmiştir. Mektebin yadigârlarının bir kısmını bugün Anadolu Üniversitesi Cumhuriyet Tarihi Müzesi’nde görmekteyiz. Zaten bu bina Turan Mektebinin asıl binasıdır. 2019’da Müze Müdürlüğüne atanan Prof. Dr. Kemal Yakut’un gayretleri sonucu Turan’dan kalan yadigârların bir kısmının sergilenerek Eskişehirlilerle buluşturulması; bu tarihî mektebin -tek bir küpüne kadar, iğneden ipliğe tek bir çöpüne kadar- tek bir çatı altında, yani asıl binası olan şimdiki Cumhuriyet Tarihi Müzesi’nde Anka misali küllerinden yeniden doğması yönündeki ümidimizi artırmıştır. Zira savaş yıllarında dahi “Mektep isteriz.” diyerek buna kaynak bulmuş Eskişehirlilerden, ecdadımızdan kalan bu yadigârlar; şehrimizin “eğitim şehri” olma konusundaki tarihî misyonunun en somut kanıtıdır.